Vay anam vay… Bir bakıyorsunuz; milyonların dinlediği, izlediği, alkışladığı isimler… Sahnedeler, ekranlardalar, sosyal medyada her an karşımızdalar.

Sonra bir sabah uyanıyoruz ve haber düşüyor: Uyuşturucu soruşturması, gözaltılar, aramalar… İnsan ister istemez duruyor, düşünüyor. Yazık…

Hem de ne yazık. Bu kadar insanın örnek aldığı, çocukların posterini duvarına astığı, gençlerin “idol” dediği isimlerin böyle meselelerle anılması insanın içini acıtıyor. İnsan olarak üzülüyorsun, kahroluyorsun; “Bu mu olmalıydı?” diyorsun. Şöhret bu muydu, başarı bu muydu? Çok yazık!

İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı’nın yürüttüğü uyuşturucu soruşturması kapsamında kamuoyunun yakından tanıdığı isimlere yönelik gerçekleştirilen son operasyon, yalnızca magazin dünyasında değil, toplumun vicdanında da derin yankılar uyandırdı.

Bir kez daha gördük ki; ün, şöhret, takipçi sayısı ya da ekran popülerliği artık kimseye zırh olmuyor. Bu yönüyle operasyonu yürüten savcıları ve sahada görev yapan kolluk kuvvetlerini yürekten kutlamak gerekiyor.

Çünkü uzun zamandır beklenen bir eşik aşılıyor: Yargı artık gerçekten herkese dokunuyor.

Altını kalın çizgilerle çizmek gerekir: Bu bir soruşturmadır, isimler hakkında iddialar ve makul şüpheler çerçevesinde işlem yapılmaktadır. Hukukun temel ilkesi olan masumiyet karinesi sonuna kadar geçerlidir.

Ancak bu durum, yaşananların toplumsal ve ahlaki boyutunun konuşulmasına engel değildir.

Sanat ve magazin dünyası elbette kendine özgü bir alan. Ancak milyonlarca insanın dinlediği, izlediği, örnek aldığı isimlerin yasaklı maddelerle anılması, bu ülkenin gençleri açısından son derece tehlikeli bir normalleşmeye kapı aralamaktadır. “Beni ilgilendirir” denilebilecek bir bireysel tercih değil bu; çünkü etki alanı çok geniştir.

Toplumun önünde olan insanlar, istemeseler bile rol modeldir. Gençlerin zihninde “başarı-sınırsız hayat” algısının yerleşmesi, işte tam da bu noktada başlar. O yüzden toplumun da artık bir refleks geliştirmesi gerekir.

Yasaklı maddelerle gündeme gelen isimlere körü körüne itibar edilmemeli, dinlenmemeli, izlenmemeli, alkışlanmamalıdır. Çünkü alkış sürdükçe bu çürüme cesaret buluyor.

Bir parantez de kendi dünyamıza, medya sektörüne açmak zorundayız. Gazetecilik, magazinle karıştırılamaz. Gazeteci, toplumun aynasıdır; aynı zamanda toplumun vicdanıdır. Yasaklı maddelerle anılan, ahlaki ve hukuki sınırları hiçe sayan bir anlayış, medya dünyasında asla meşrulaştırılamaz.

Bu topraklarda gazetecilik, yalnızca haber yazmak değildir; bir duruş meselesidir. Değerlerle, ahlakla, sorumlulukla yapılır. İnancı olmayan, vicdanı olmayan, topluma karşı sorumluluk hissetmeyen birinin eline kalem verildiğinde ortaya çıkan şey gazetecilik değil, kirliliktir.

Bu nedenle medya dünyası, bu tür meseleleri “reyting” ya da “tıklanma” iştahıyla değil, toplumsal sorumluluk bilinciyle ele almak zorundadır.

Bu operasyonun verdiği en güçlü mesaj şudur:

Kimse dokunulmaz değil.

Ne sahnede olan, ne ekranda olan, ne sosyal medyada milyonlara hitap eden…

Yargının kararlılıkla ilerlemesi, toplumun adalete olan inancını yeniden tahkim etmektedir. İşte bu yüzden savcıların attığı her hukuki adım, yalnızca bir soruşturma değil, aynı zamanda topluma verilmiş bir derstir.

Bu ülkenin gençlerini yasaklı maddelere özendiren her görüntüye, her isme, her anlayışa karşı toplumsal bir duruş sergilemek zorundayız. Alkışlamayarak, izlemeyerek, prim vermeyerek…

Çünkü bir toplum, neyi yücelttiğiyle; bir gelecek ise neyi reddettiğiyle şekillenir.