Tarihe sadece inanmak yetmez; bazen sorgulamak da gerekir.

Osmanlı’dan Cumhuriyet’e uzanan çizgide hep aynı soru yankılanıyor:

Kim zengindi, kim yoksuldu? Kim savaştı, kim yönetti?

Ve neden, onca fedakârlığa rağmen Anadolu insanı hep en ağır bedeli ödedi?

Osmanlı’da kim zengindi, kim fakirdi?

Osmanlı’da ticaretin ve zanaatın çoğu gayrimüslimlerin elindeydi.
Bu durum ayrımcılıktan çok, kültürel bir iş bölümü gibi gösterilmek istensede Türkler fakirleştirilmişti, Müslüman Türkler devlete ve orduya, gayrimüslimler ticarete yöneltilmişti.

Zamanla ekonomik denge bozulsada, “Ermeniler devleti yönetiyordu” gibi iddialar da halk arasında güçleniyordu.

Mürur tezkeresi gerçeği

“Müslümanlardan ve Türklerden vize istenirdi, gayrimüslimlerden değil” sözü kısmen doğrudur.
Osmanlı’da şehir değiştirmek için mürur tezkeresi gerekiyordu ve bu kural herkes içindi.
Ama yoksul Anadolu insanı olan Türkler için bu bile bir engeldi; çünkü fakirlik zaten başlı başına bir sınırdı.

Boğaz yalıları, sermaye ve statü

19. yüzyılda Boğaz kıyılarında Yalı sahibi olarak yaşayan Rum, Ermeni ve Levanten aileler çoğunluktaydı.
Fakat unutmamak gerekir ki istisnada olsa bazı Osmanlı paşaları da Boğaz’da yalı sahibi idi.
Said Halim Paşa, Küçük Hüseyin Paşa gibi bazı Türk devlet adamının da yalıları vardı.
Bu tabloyu azınlıkların sahip olduğu büyük sermayenin dağılımı belirliyordu.

Bankalar, sermaye ve Mithat Paşa

Osmanlı Bankası yabancı sermayenin elindeydi; Türkler finans gücünden uzaktı.
Mithat Paşa, bu açığı kapatmak için Ziraat Bankası’nı kurdu.
Ancak sürgünü bu girişimden değil, dönemin siyasi çekişmelerinden kaynaklandı.

Askerlikteki adaletsizlik

Osmanlı’da Türkler yıllarca askerlik yaparken, gayrimüslimler “bedel-i askeri” ödeyip muaf tutuluyordu.

Bu sistem savaşlarda can veren Anadolu köylüsünü tüketti; Yemen türkülerinde bu yorgunluğun sesi vardır.

Harf Devrimi bir gecede olmadı

Latin harfleri, Tanzimat’tan itibaren konuşuluyordu.
Fakat siyasal ve dini hassasiyetler nedeniyle uygulanamadı.

Atatürk’ün yaptığı, aslında bir asırlık arayışı sonuca bağlamaktı. Atatürk’ün Harf Devrimi bir “kopuş” değil, yüzyıllık bir arayışın son halkasıydı.

Arşivler, söylentiler ve tarih bilinci

Ne Atatürk Cumhuriyet kuruluşunda arşiv sattı, ne de bu dönemde belgeler hurdacıya verildi.
Bu iddialar kanıtlanmadı.

Ama şu doğru:

Tarihine sahip çıkmayan toplum, kendi geçmişini başkalarının kaleminden okur.

Camiler, heykeller ve yanlış bilgiler

“Vahdettin cami sattı, Atatürk geri aldı” iddiası temelsizdir.

Ağa Camii hiçbir zaman satılmadı. Papa heykeli ise Harbiye’deki kilisenin bahçesindedir.

Atatürk döneminde pek çok cami onarılarak yeniden ibadete açılmıştır.

Son söz: Yemen’den bugüne

Osmanlı da, Cumhuriyet de bizimdir.

Her ikisinde de hata, emek, gözyaşı ve umut vardır.

Anadolu insanı hep en ağır yükü taşımış ama hiçbir zaman inancını kaybetmemiştir.

Gerçeği bilmek, geçmişi reddetmek değil; geleceğe vefa göstermektir.