Bugünkü yazıma bu ayetle başlamak istedim. “Biz gökten uygun bir ölçüde su indirir ve onu yeryüzünde tutarız. Kuşkusuz bizim onu tamamen gidermeye de gücümüz yeter.’’ (Mü’minûn, 23/18)
İnsanlık tarihi boyunca su, sadece hayatın değil, medeniyetlerin de merkezinde yer almıştır. Nehirler etrafında şehirler kurulmuş, su kaynaklarının bolluğu bir ülkenin refahıyla özdeşleşmiştir. Çünkü su; yaşamanın, üretmenin, temizlenmenin ve huzurun adıdır. Bu yeryüzünde canlı olan her varlık, Rabbi tarafından sudan yaratılmış ve onunla yaşamaya mecbur bırakılmıştır.
Ancak bugün, hayatın bu en temel unsuru olan su, hem nicelik hem de nitelik olarak tehdit altında. Küresel iklim değişikliği, bilinçsiz tüketim, çevre kirliliği ve ihmalkarlık, bu kutsal nimetin elden kayıp gitmesine sebep oluyor. Son yıllarda ülkemizde yaşanan kuraklık, barajlardaki doluluk oranlarının azalması, kurumuş topraklar ve geciken yağmurlar, bu tehdidin artık kapımıza dayandığını gösteriyor.
Kur’an-ı Kerim’in pek çok yerinde suyun hem yaratılış hem de rahmet vesilesi olduğu bildirilir. Rabbimiz, suyun gökten “ölçüyle” indirildiğini, yer altında ve üstünde muhafaza edildiğini buyurur. Bu ifadenin arkasında büyük bir uyarı gizlidir: Eğer Allah dilerse, bu suyu tamamen çekip alabilir. Nitekim su, bizim elimizde tuttuğumuz, sonsuz ve tükenmez bir kaynak değildir. Aksine, ilahi bir emanet ve büyük bir lütuftur.
Bugün bazı coğrafyalarda insanlar bir damla temiz suya ulaşabilmek için kilometrelerce yürümekte, çocuklar susuzluk yüzünden hastalanmakta, tarım arazileri çatlayarak çoraklaşmaktadır. Oysa biz, çeşmelerimizden akan her damlayı sorgusuz sualsiz tüketiyoruz. Musluklar saatlerce açık kalıyor, ihtiyaçtan fazla su harcanıyor, “zaten bol” zannıyla bilinçsizce davranılıyor.
Sevgili Peygamberimiz (S.A.V), bir sahabeyi abdest alırken gereğinden fazla su kullandığını gördüğünde, “Bu ne israf!” diyerek onu uyarmıştır. Sahabenin “Abdestte de israf olur mu?” sorusuna verdiği “Evet, akan bir nehirde olsan bile!” cevabı, suyun kullanımında hassasiyetin ibadet kadar önemli olduğunu göstermektedir.
İslam’ın emri açıktır: Suyu ölçülü kullanın, israf etmeyin. Çünkü su sadece bizim değil, tüm canlıların hakkıdır. Bugün fazla kullandığımız bir damla su, belki Afrika’da bir çocuğun hayatına mal olabilir. Bu vebal, sadece maddi değil, aynı zamanda ahlaki ve vicdani bir sorumluluktur.
Kuraklık, sadece gökten yağmurun eksilmesi değildir. Kuraklık, insanoğlunun kalbindeki şükür duygusunun zayıflaması, nimetin kıymetinin unutulmasıdır. Yağmurun gecikmesi, toprağın susması, derelerin akmaması… Bunlar, belki de insanın kendine dönmesi, israfa son vermesi, şükür kapılarını aralaması içindir.
Unutmayalım ki, suya şükretmenin en güzel yolu onu bilinçli kullanmaktır. Gerektiği kadar almak, diğer canlıların hakkına riayet etmek, suyu koruyan projelere destek vermek ve her şeyden önce, dua ile rahmeti talep etmektir.
Su, hayatın kalbine düşmüş bir nimettir. Hem fiziksel hem de manevi bir anlam taşır. Susuz kalmış bir toprak gibi, bilinçsizliğe mahkum olmuş toplumlar da zamanla çoraklaşır. Bugün yağmura ve berekete en çok ihtiyaç duyduğumuz bu günlerde, başta kendimiz olmak üzere çevremizi suyun kıymeti konusunda uyarmalıyız.
“Bizi yediren, suya kandıran, ihtiyaçlarımızı gideren ve bizi barındıran Allah’a hamdolsun!”
Ve unutmayalım: Bugün bir damla suya sahipsek, bu sadece imkan değil, aynı zamanda imtihandır.