Sevgili dostlar…Bazen bir haber, bir olay, bir acı yalnızca bir ailenin değil, tüm ülkenin yüreğine çöker. Ünlü sanatçı Güllü…Halkın dilinde, gönlünde “Güllü” Arabesk ve fantezi müziğin güçlü sesi. Acıyla yoğrulmuş şarkıları, içimize işleyen yorumları ve sahnedeki o kendine özgü duruşuyla bir dönemin sembolü.
Ölümünün üzerinden 75 gün geçti. Yine de o dramatik günün sisleri dağılmadı, tam tersine her geçen gün daha yoğun bir gerçeklik bulutu çöktü üzerimize.
“Elim bir kaza” denildiği düşme olayı, kısa sürede şüpheli ölüm dosyasına dönüştü. Kamuoyunun kulağı adli gelişmelerde, gözü mahkemenin açıklamalarında kaldı. İntihar mıydı, kaza mıydı, yoksa bir cinayet mi? Soru işaretleri havada asılı dururken, soruşturma derinleşti, Türkiye nefesini tuttu.
Ve birkaç gün önce…Soruşturmanın kaderini değiştirebilecek nitelikte flaş bir gelişme yaşandı. Ses kayıtları çözümlendi: O anın izleri silinemezmiş meğer…
Güllü’nün evindeki güvenlik kamerasının sesi, TÜBİTAK uzmanları tarafından deşifre edildi. Ortaya çıkan detaylar ise toplumun kişisel ve ailevi değerlerine ağır gelen bir iddianın kapısını araladı.
Kayıtlarda, kızı Tuğyan Ülkem Gülter’in “Atacağım şimdi seni!” dediği, boğuşma seslerinin duyulduğu ve anne Güllü’nün balkondan düşmesinin hemen ardından “Hadi görüşürüz bay bay” ifadelerinin yer aldığı iddia edildi.
Bu bulguların ardından Tuğyan ve olay anında evde bulunan arkadaşı Sultan Nur Ulu gözaltına alındı. Üstelik ikilinin yurt dışına kaçma hazırlığı yaptığı yönündeki bilgiler de soruşturmanın seyrini daha da kritik hale getirdi.
Kötülüğün çoğaldığı bir çağda, en ağır imtihandır bu..Evlat anne çizgisi…
Evet, dünya değişiyor…
Evet, kötülük çoğalıyor…
Ama bir annenin ölümünün ardından en ağır şüphenin evladın üzerine gölge gibi düşmesi, toplum olarak kalbimizi paramparça ediyor.
Acının en keskin yanı da burada: Bir anne–evlat ilişkisinin, en kutsal bağın, bir cinayet iddiasıyla yan yana anılması bile insanı sarsmaya yetiyor.
Elbette bir insan bir gazeteci olarak kimseyi suçlu ilan edecek, yargı sürecini etkileyecek tek kelime etmeyiz. Buna hakkımız da yok, niyetimiz de. Fakat yaşanan gelişmeler, kamuoyunda “Bu nasıl bir dünya oldu?” isyanını tetikliyor.
Bu dosya, özellikle son yıllarda güvenlik birimlerinin kriminal teknolojiyi nasıl etkin kullandığını gösteren örneklerden biri oldu.
Deliller tek tek incelendi, dijital kayıtlar çözümletildi, ifadeler karşılaştırıldı, çelişkiler tespit edildi. Sanki karanlığın içinden gerçeği çekip çıkarmak için iğneyle kuyu kazılır gibi çalışıldı.
Türkiye’de kimi zaman eleştirilen, kimi zaman takdir edilen polis teşkilatı, bu olayda da teknik kapasitesini ve sabrını bir kez daha ispatlamış durumda.
Bu dava sadece bir aile dramı değil; toplumsal bir ayna. Bir sanatçının ölümü…Bir kız çocuğunun şüpheli konumu...Karanlık bir gece, çözümlenen bir ses kaydı…Kaçma hazırlığı iddiası…Ve geride kalan, gerçeği öğrenmek isteyen milyonlar…
Bu dosya yalnızca bir cinayet şüphesini değil, toplumun ahlaki, ailevi ve insani kırılmalarını da yüzümüze vuruyor. Nasıl oluyor da annesini kaybetmiş bir evlat, şimdi annesinin ölümünde şüpheli konumuna düşebiliyor?
Hayatın hangi noktasında insanlık damarlarımız çatlıyor?
Kötülük gerçekten çoğalıyor mu, yoksa biz adaleti ararken karanlık tarafı daha çok mu görüyoruz?
Bu sorular sadece bu dosyayı değil, hepimizi ilgilendiriyor.
Gerçek er ya da geç ortaya çıkar…Her dava gibi, bu dosya da mahkemede görülecek, deliller hâkim karşısında değerlendirilecek. Bizlere düşen ise sabırla sürecin tamamlanmasını beklemek, hukuka saygı duymak ve hiçbir iddiayı kesin hüküm gibi görmemek.
Ama bir gerçek var ki:
Her ölüm bir sır bırakır…
Her sır bir gün aydınlanır…