Ortadoğu coğrafyasında onlarca yıldır kan akıyor, evler yıkılıyor, çocuklar ölüyor, mazlumların feryadı göğe yükseliyor. Ancak bu feryada cevap veren bir vicdan, bir birlik, bir duruş göremiyoruz.

İsrail, yıllardır sistematik şekilde bölgedeki dengeleri kendi lehine çevirmek için masum sivilleri, komşu devletleri ve uluslararası hukuku hiçe sayarak saldırılarını sürdürüyor.

Peki, dünyanın ve özellikle İslam dünyasının bu derin sessizliği neden?

1948’de kurulan İsrail devleti, kurulduğu günden bu yana kendisini çevreleyen Arap ülkeleriyle sürekli çatışma içinde oldu. Ancak mesele sadece bir sınır meselesi değil. Bu bir işgal, bir yayılma ve bir sistemli asimilasyon politikasıdır.

Filistin toprakları adım adım işgal edilmiş, Kudüs’ün statüsü uluslararası kararları hiçe sayılarak değiştirilmiş, yerleşim yerleri inşa edilerek iki devletli çözüm süreci sabote edilmiştir.

Suriye, Lübnan, İran ve hatta son olarak Katar’a kadar uzanan saldırılar; İsrail’in sadece Filistin’le değil, tüm bölgeyle bir hesaplaşma içinde olduğunu gösteriyor.

Üstelik bu saldırıların birçoğu uluslararası hukuka aykırı şekilde gerçekleştiriliyor, egemen devletlerin hava sahaları ihlal ediliyor, siviller hedef alınıyor, BM kararları açıkça çiğneniyor.

Birleşmiş Milletler, İnsan Hakları İzleme Örgütü ve sayısız uluslararası kuruluş, İsrail’in özellikle Gazze’de ve Batı Şeria’da gerçekleştirdiği ihlalleri defalarca raporlamıştır.

Ancak bu raporlar kağıt üzerinde kalmış, hiçbir ciddi yaptırım uygulanmamıştır çünkü İsrail, başta ABD olmak üzere birçok Batılı ülkenin açık ya da örtülü desteğini arkasına almıştır.

Peki ya İslam dünyası? Nerede Arap Birliği? Nerede İslam İşbirliği Teşkilatı? Nerede o büyük ve güçlü olduğunu söyleyen devletler?

Katar, yıllardır hem diplomatik anlamda hem de medya gücüyle mazlumların yanında duran bir ülke. Son dönemde İsrail’in Katar’a yönelik doğrudan veya dolaylı saldırıları artık oyunun sadece Gazze’de değil, tüm Körfez’i içine alacak şekilde genişletilmek istendiğini gösteriyor.

Bu saldırılar sadece bir ülkenin egemenliğine değil, aynı zamanda ümmetin kalbine yöneliktir.

İsrail, artık sadece toprak değil; direnişi, sesi, vicdanı ve dayanışmayı hedef alıyor. Buna rağmen, Müslüman ülkelerin liderleri hâlâ diplomatik “kınama” açıklamalarıyla yetiniyor. Oysa bu saatten sonra sessiz kalmak, yalnızca zulme ortak olmaktır.

İslam Dünyasına Çağrımızdır!

Zaman, kınama açıklamaları yapma zamanı değildir. Zaman, somut adımlar atma zamanıdır. Ekonomik yaptırımlar, diplomatik baskılar, uluslararası platformlarda ortak hareket planları geliştirilmeli. Artık sadece Filistin için değil, tüm İslam coğrafyasının geleceği için bir duruş sergilenmeli.

İslam dünyası; kaynaklarıyla, nüfusuyla, stratejik gücüyle dünyanın en etkili güçlerinden biri olabilir. Ancak bu güç; dağınık, sessiz ve çekingen bir duruşla hiçbir anlam ifade etmez. Bugün susan her lider, yarın kendi halkının sessiz çığlıklarına muhatap olacaktır.

Tarih, bu dönemi yazacak. Kimlerin zalime karşı durduğunu, kimlerin mazlumu sattığını unutmayacak. Bugün sustuklarımız, yarın karşımıza hesap olarak çıkacak. İsrail, sadece Gazze’yi değil, vicdanlarımızı bombalıyor. Artık uyanma vakti geldi ve çoktan geçiyor.