Türkiye, yaklaşık yarım asırdır sivil-asker ilişkileri, kuvvetler ayrılığı, temel hak ve özgürlükler gibi pek çok kritik konuda sancılı bir anayasal düzenle yol almaya çalışmaktadır.

Bu sancının adı 1982 Anayasası’dır. Her siyasi dönemde değişiklikler yapılmasına rağmen, bu anayasa hala darbe sonrası koşulların ve zihniyetin ürünü olmaya devam ediyor.

Bugün artık, bir yamalı bohçaya dönüşmüş 1982 Anayasası’nı onarmak değil, onu tarihe gömmek ve yerine sivil, özgürlükçü, demokratik bir anayasa inşa etmek gerekmektedir.

22-23 Şubat 1993 tarihlerinde Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde yapılan Başkanlık Divanı toplantısında ülkenin önde gelen liderleri, bugünkü haklı eleştirileri yıllar öncesinden dile getirmişti.

Dönemin Cumhurbaşkanı ve siyasetinin kilometre taşlarından Süleyman Demirel, “Türkiye’nin bir Anayasa sorunu vardır… Ülkenin demokratik bir Anayasa’ya kavuşması lazımdır” derken, Bülent Ecevit daha da açık konuşmuştu: “1982 Anayasası’nı Türk toplumunun demokrasi özlemiyle bağdaştırmak olanaksızdır.”

Bu görüşlere Muhsin Yazıcıoğlu ve Erdal İnönü gibi liderler de destek vermiş, anayasanın kökten değişmesi gerektiğini açıkça ifade etmişti. Ancak aradan geçen otuz yılı aşkın sürede, bu sözler unutulmuş, anayasa değişikliği söylemleri hep “uygun zaman” beklentisine kurban edilmiştir.

1982 Anayasası, askeri darbenin gölgesinde, halkın büyük bir baskı ve sansür ortamında oy vermek zorunda bırakıldığı bir referandumla kabul edildi. Bu anayasa, halk egemenliğini kısıtlayan, yasama-yürütme-yargı arasındaki dengeyi bozan, birey haklarını güvence altına almak yerine devleti kutsayan bir yapıya sahiptir.

Başlıca sorunlar şunlardır:

Vesayetçi anlayış: Anayasa, bireyin özgürlüğünü değil, devletin otoritesini esas alır. Bu yaklaşım, hukuk devletini zayıflatır.

Kuvvetler ayrılığı ilkesine aykırılık: Yasama, yürütme ve yargı organları arasındaki sınırlar bulanıktır; yargı bağımsızlığı zaman zaman siyasi müdahaleye açık hale gelir.

İfade ve örgütlenme özgürlüğünde kısıtlamalar: Sivil toplumun gelişimi, özgür basın ve çoğulculuk bu anayasada yeterince korunmamıştır.

Yamalı bohçaya dönüşmüş yapı: 1982’den bu yana Anayasa’da 20’den fazla büyük değişiklik yapılmış, bu da metni tutarsız ve teknik olarak sorunlu hale getirmiştir.

Yeni bir anayasa, yalnızca 1982 Anayasası’na bir tepki ya da rövanş değildir. Aksine, Türkiye’nin 21. yüzyılda hak ettiği demokratik bir yönetişim modeline geçebilmesi için zorunlu bir adımdır. Bugün artık, “darbe anayasası” ile yönetilen tek demokratik ülke olmaktan çıkmak zorundayız.

Yeni anayasa:

Birey odaklı, özgürlükçü ve katılımcı olmalıdır.

Sivil iradeyle hazırlanmalı, toplumsal mutabakata dayalı olmalıdır.

Farklı toplumsal kesimlerin, mezheplerin, etnik kimliklerin eşit yurttaşlık temelinde güven duyabileceği bir metin olmalıdır. Hukukun üstünlüğünü ve yargı bağımsızlığını garanti altına almalıdır.

Bugün artık şikayet etmenin değil, harekete geçmenin zamanıdır. 1982 Anayasası yıllarca her siyasi liderin eleştirdiği ancak bir türlü geride bırakılamayan bir gölge olarak varlığını sürdürmektedir.

Türkiye’nin çağdaş dünyada hak ettiği yeri alabilmesi, demokratik standartlarını yükseltebilmesi, toplumsal barışı ve hukuk güvenliğini tesis edebilmesi için bu gölgeden çıkması şarttır.

Yeni anayasa çalışmaları bir siyasal yatırım ya da partiler arası pazarlık konusu olmaktan çıkarılmalı, bir ülke projesi olarak ele alınmalıdır. Bu, sadece bugünün değil, gelecek kuşakların da sorumluluğudur.

Sonuç olarak, 1982 Anayasası Türkiye’nin demokratik potansiyelini boğan bir prangadır. Bu prangayı söküp atmak ve yerine halkın iradesiyle şekillenmiş bir anayasa koymak artık ertelenemez bir görevdir. Yeni bir anayasa, yeni bir toplumsal sözleşme ve güçlü bir demokrasi için en acil ihtiyaçtır.