Bir süredir, kendi kendime sorup duruyordum: Bu topa girmeli miyim, girmemeli miyim? Susmak mı daha doğruydu yoksa konuşmak mı?

Ama artık görmezden gelinecek, üstü örtülecek bir tabloyla karşı karşıya değiliz. Ne yazık ki bu yaşananlar, yalnızca birkaç ismin adıyla sınırlı bir adli süreç değil, doğrudan doğruya medya sektörünün itibarını yaralayan büyük bir rezilliktir.

İstanbul’da yürütülen uyuşturucu soruşturması kapsamında bazı televizyon spikerlerinin gözaltına alınmasıyla başlayan süreç, kamuoyunda derin bir sarsıntı yarattı.

Unlu Spikerler Sorusturmada Serbest Birakildi Hande Sarioglu Gece Yarisi Aciklama Yapti

Show TV spikeri Ela Rümeysa Cebeci, Beyaz TV spikeri Hande Sarıoğlu ve Meltem Acet’in gözaltına alınması, ifadelerinin ardından serbest bırakılmaları…

Bunların her biri hukuki bir sürecin parçasıdır ve elbette masumiyet karinesi esastır. Kimse, yargı kararı olmadan suçlu ilan edilemez. Ancak mesele yalnızca adli bir soruşturma değildir.

Mesele, ekran yüzü olan, milyonlara hitap eden, topluma rol model olarak sunulan insanların adlarının böylesi iddialarla anılmasıdır…Yazık!

İddialara göre Ela Rümeysa Cebeci’nin kurumla ilişiği kesilmiş, ismi kuruma ait materyallerden çıkarılmıştır. Yine iddialara göre telefonunda yapılan incelemede, uyuşturucu madde kullanımını içeren bir video kaydına ulaşıldığı ve bu görüntünün ünlü bir isme gönderildiği tespit edilmiştir.

1049501296 1080 1080 1920X0 80 C563C4Be34Cf99E3Ee259433B817E642

Bunların tamamı yargının değerlendireceği hususlardır. Ancak şu gerçeği kimse inkar edemez. Bu tablo, ekranın önünde izleyiciye sunulan “saygın” imajla, ekran arkasındaki çürümüşlüğün arasındaki uçurumu gözler önüne sermektedir.

Asıl kırılma noktası ise Habertürk gibi Türkiye’nin en köklü ve en saygın medya kuruluşlarından birinin Genel Yayın Yönetmeninin adının bu soruşturmada geçmesi olmuştur.

Mehmet Akif Ersoy Gozaltina Neden Alindi Sondakika

Mehmet Akif Ersoy’un “uyuşturucu kullandırma” ve “cinsel ilişki karşılığı menfaat sağlama” iddialarıyla tutuklanması ve görevine son verilmesi, sektörde adeta deprem etkisi yaratmıştır.

Ersoy’un savunması elbette yargının konusudur. Buna karar verecek olan mahkemelerdir.

Ama sorulması gereken başka sorular var.

Bu noktaya nasıl gelindi?

Bu insanlar bu makamlara nasıl taşındı?

Kim denetledi, kim görmezden geldi, kim sustu?

Aynı sektörde, alın teriyle, namusuyla, ilkeleriyle çalışan binlerce gazeteci, muhabir, editör varken, bu tür iddialarla anılan isimlerle aynı mesleği yapmak artık utanç verici hale geliyor.

Bu, yalnızca bireylerin düşüşü değil, medyanın ahlaki zemininde açılmış derin bir yaradır.

Televizyon ekranları, magazin vitrini değildir. Haber merkezleri, karanlık ilişkilerin, kirli alışkanlıkların üzerinin örtüldüğü alanlar hiç değildir.

Medya, topluma ayna tutar. Ama bu aynanın arkasında yaşananlar bu kadar çürümüşse, toplumdan neyi düzeltmesini bekleyebilirsiniz?

Bugün konuşmazsak, yarın çok daha büyük skandalları “normalleşmiş” şekilde izleriz. Bugün ses çıkarmazsak, yarın bu rezillik sıradanlaşır.

Altını bir kez daha çizerek söylüyorum:

Hukuk elbette işini yapacaktır. Kim suçluysa cezasını çekecek, kim masumsa aklanacaktır. Buna kimsenin itirazı yok. Ama medya camiası da artık kendi içine dönüp şunu sormak zorundadır:

Biz neyi kaybettik ve nerede yanlış yaptık?

Çünkü bu yaşananlar basit bir adli vaka değil, bir mesleğin itibar sınavıdır ve maalesef bu sınavdan yüzümüzün akıyla çıktığımızı söylemek bugün için hiç kolay değil.