Dünyanın vicdanı, Gazze’deki yıkıntılar arasında yankılanıyor. Çocukların çığlıkları, annelerin feryatları, enkaz altındaki hayatlar artık sadece Ortadoğu’nun değil, insanlığın sorunudur. Filistin meselesi artık diplomatik bir tartışma değil, ahlaki bir sorumluluktur. Dünya devletleri için şimdi net bir sınav zamanı: Adaletin, barışın ve insan haklarının yanında mı duracağız, yoksa tarih karşısında bir kez daha sınıfta mı kalacağız?
Filistin halkı, on yıllardır statüsüz bir şekilde yaşam mücadelesi veriyor. 1948’den bu yana, topraklarından sürülmüş, parçalanmış, izole edilmiş bir halktan söz ediyoruz. Birleşmiş Milletler’e üye 193 ülkeden 140’ı Filistin’i bir devlet olarak tanıdı. Ancak hâlâ aralarında etkili güçlerin de bulunduğu bazı ülkeler, bu hakkı tanımaktan geri duruyor. Oysa ki Filistin’in tanınması; sadece bir siyasi duruş değil, bir halkın kendi kaderini tayin hakkının teslimidir.
Yirminci yüzyılın ortasında İsrail devleti kurulduğunda, binlerce Filistinli kendi topraklarında mülteciye dönüştü. Sonraki yıllarda Batı Şeria, Doğu Kudüs ve Gazze Şeridi’nde süregelen işgaller, yerleşim politikaları, duvarlar ve ambargolar Filistinlileri sistematik olarak yalnızlaştırdı. Bu sadece politik bir mesele değil; her gün bir insanlık dramının yaşandığı coğrafyadır burası.
Bir halk, kendi bayrağını özgürce dalgalandıramazken, nasıl “uluslararası hukuk”tan söz edebiliriz?
Bazıları, Filistin’in tanınmasının “barışı baltalayacağını” öne sürüyor. Oysa tam aksine; bir halkın meşruiyetini kabul etmek, ancak barış için bir zemin yaratabilir. Eşit haklara sahip iki taraf olmadan adil bir çözüm mümkün değildir. Bugün Ukrayna’nın toprak bütünlüğü için ayağa kalkan dünya, neden aynı kararlılığı Filistin için gösteremiyor?
Çifte standartlar, uluslararası siyasetin karanlık yüzüdür. Filistin halkı, dünya kamuoyunun bu ikiyüzlü sessizliğini hak etmiyor. “İnsan hakları” söylemini sahiplenen ülkelerin, konu Filistin olduğunda suskun kalması, samimiyetlerini sorgulatıyor. Herkes için eşit haklar savunulacaksa, bu Filistinliler için de geçerli olmalı.
Filistin’in tanınması; haritada bir sınır çizmek ya da bir başkent belirlemekten çok daha ötedir. Bu, özgürlüğün, direnişin ve insanlık onurunun tanınmasıdır.
Bu; Filistinli bir çocuğun, korkmadan sokağa çıkabileceği bir sabaha uyanması demektir.
Bu; bir annenin, oğlunu gömeceği yer değil, yaşatabileceği bir gelecek istemesidir.
Tarih, tarafsız kalmayanları yazar. Bugün Filistin’i tanımak; bir halkın özgürlük mücadelesine omuz vermektir. Bu çağrı; sadece hükümetlere değil, sivil topluma, akademiye, vicdan sahiplerine yöneliktir.
Zira suskunluk da bir tercihtir. Ve bazen, suskunluk en büyük ortaklıktır.