Farkında mısınız, yaklaşık bir aydır Türkiye’nin en önemli gündemini Memur-Sen belirliyor. Üstelik bu durum, ülkenin dört bir yanını saran orman yangınlarına, yaşanan depremlere, “Terörsüz Türkiye” sürecine, Ortadoğu’daki kritik gelişmelere ve ekonomideki dalgalanmalara rağmen böyle.
8. Dönem Toplu Sözleşme süreci, sadece bir sendikal pazarlık olmaktan çıkmadı; kamu görevlileri ve emeklileri açısından tarihe geçecek bir kırılma noktasına dönüştü. Türkiye nüfusunun neredeyse dörtte birini doğrudan ilgilendiren bu süreç, Kamu İşveren Heyeti’nin yetersiz teklifleri nedeniyle sosyal medyadan meydanlara, gazete manşetlerinden televizyon ekranlarına kadar taşındı ve ülkenin majör gündemi haline geldi.
Memur-Sen’in öncülüğünde hükümetin sunduğu teklif, 81 ilde eş zamanlı basın açıklamalarıyla, günlerce süren çadır eylemleriyle, bir günlük iş bırakma kararıyla, on binlerce kamu çalışanının katıldığı Anadolu Meydanı mitingiyle ve Hazine ve Maliye Bakanlığı’na yapılan yürüyüşlerle protesto edildi. Teklifin kabul edilemez olduğu her platformda, defalarca, yüksek sesle ilan edildi.
Konfederasyon bununla da yetinmedi, sosyal medya etkin bir araç olarak kullanıldı; süreç boyunca altı kez Türkiye gündeminde ilk sıralara yükseldi ve yüzbinlerce kişi aynı etiket altında toplandı.
Memur-Sen Başkanı Ali Yalçın, kimi zaman sakin ve diplomatik bir üslup benimsedi, kimi zaman öfkeyle masayı terk etti, kimi zaman ise ağır sorumluluğun baskısı altında duygularına hâkim olamadı. Ankara’nın Ulus semtinde, Zübeyde Hanım Mahallesi’nden geçenler bilir; Memur-Sen’in ışıkları bugünlerde sabahlara kadar açık. Tüm teşkilat teyakkuz halinde çalıştı. Bu tabloya rağmen yöneltilen eleştiriler, hakikaten, hafif değil; çoğu kez insafsız oldu.
Mücadele Görmezden Gelindi
Memur-Sen, masada enflasyon karşısında eriyen maaşların korunmasını, refah payının verilmesini ve kamu görevlilerinin insanca yaşam beklentilerinin karşılanmasını ısrarla dile getirdi. Ancak Kamu İşveren Heyeti’nin sunduğu teklifler bu talepleri karşılamadı.
Ne var ki, adaletli bir teklif sunmaktan imtina eden taraf Kamu İşveren Heyeti olmasına rağmen, eleştiri okları dönüp dolaşıp Memur-Sen’i hedef aldı. Bu eleştirilerde bir tür kolaycılık, hatta insafsızlık vardı.
Üstelik Memur-Sen, AK Parti ile benzer bir sosyal tabana hitap etmesine rağmen, gerektiğinde hükümeti karşısına almaktan çekinmedi. Ali Yalçın’ın duruşu, üzerinde taşıdığı sorumluluğun ağırlığını yansıttı: yüzbinlerce kamu görevlisi ve emekli adına masada oturdu. Süreç boyunca evinden çok bakanlık koridorlarında vakit geçirdi, Cumhurbaşkanı Yardımcısı Cevdet Yılmaz’la da görüşerek destek istedi. Tüm bunlar, Memur-Sen’in bağımsız sendikal çizgisini ve üyelerinin hakkını savunmadaki samimi kararlılığını ortaya koydu.
Yasal Risklere Rağmen Mücadele
Türkiye’de memurların iş bırakma, yürüyüş yapma ve greve katılma girişimleri disiplin suçları kapsamında değerlendirilebiliyor. Buna rağmen, 81 ilde kitlesel basın açıklamaları yapıldı, meydan mitingleri düzenlendi ve iş bırakma eylemleri gerçekleştirildi. Bütün bunlar, aslında risk göze alınarak yapıldı.
Dolayısıyla Memur-Sen’in yürüttüğü mücadelenin samimiyeti ve kararlılığı tartışmaya kapalı kaldı. Bu risk, emeğin hakkını savunma uğruna göze alındı, sendikal iradenin gücü ortaya kondu.
İşçilerle Kıyaslamaların Adaletsizliği
Eleştirilerin bir diğer odağı da işçilerle memurlar arasında yapılan kıyaslamalar oldu. Oysa mesele, işçilerin haklarını sorgulamak değildi. Memur-Sen’in tavrı netti: “Bir maden işçisinin hayatını hiçe sayarak, ölüm riski altında çalıştığı gerçeğini kimse inkâr edemez. İşçilere verilen zam oranlarının haklılığı tartışılmaz. Memurların talebi, işçilere verilen hakların ellerinden alınması değil, kendi emeklerinin de adil bir şekilde değerlendirilmesidir.”
Bu sözler, meselenin özünü berraklaştırdı. Burada yapılması gereken, işçilerle memurları birbirine kırdırmak değil; her iki kesimin emeğini ve alın terini koruyacak adil bir ücret politikasını hayata geçirmek oldu.
Sonuç: Hak Aramanın Suçmuş Gibi Gösterilmesi
Memur-Sen ve Ali Yalçın’a yöneltilen ağır eleştiriler, emeğin ve sendikal mücadelenin itibarına yöneltilmiş haksız saldırılar oldu. Hak aramak, alın terini savunmak ve adalet istemek suç değil; tam tersine toplumsal barışın teminatıdır.
Unutulmamalıdır ki Memur-Sen’in mücadelesi yalnızca üyeleri için değil; tüm kamu görevlileri ve emekliler için yürütüldü. Bu mücadeleyi görmezden gelmek ya da küçümsemek yerine desteklemek, adaletin ve hakkaniyetin yanında durmak anlamına gelir.
Türkiye’nin ekonomik gerçekleri göz önünde bulundurulduğunda, sürecin memurların istediği şekilde sonuçlanması bugün için zor görünüyor. Ancak sendikal mücadele, tam da bu zorluğun ortasında değer kazandı.
Memur-Sen’in payına düşen, mücadeleyi sürdürmek; eleştirilere, baskılara ve sırtına saplanan hançerlere rağmen hak mücadelesinden vazgeçmemek.