İnsanlığımızdan utandıran vakalar gördük. Böyle acılı bir felaket gününde, ‘Pes artık!’ dedirten yüzlercesi. Hangisini söyleyeyim ki; ‘İnsanların acısı üzerinden siyaset, şov yapanları mı? Acıyı, felaketi fırsata çevirenleri mi? Yağmalama yapanları mı? Depremzedeleri dolandıran alçakları mı? Bir ekmeği 15’TL’ye satan vicdansız, merhametsiz yaratığı mı? Hasar gören evinin eşyalarını taşımak için kendisinden 5 kat fazla ücret talep eden nakliyeci denilen alçağı mı? Yüzlerce insanın ölümüne neden olan haramzade, arsız, vicdansız müteahhidi mi? Binanın ana kolonlarını kesen işletme sahiplerini mi? Hangisini?   

Ülke ve millet olarak çok büyük acı içerisindeyiz. Yüreğimiz alev alev yanıyor. Belli ki, uzun bir süre de yanmaya devam edecek. Hafızalarımızda acı izler bırakan, yüzyılın felaketi olarak tarihe geçen ‘6 Şubat depreminin’ üzerinden, bir hafta geçti. On binlerce insanımızı maalesef kaybettik. Allah’tan rahmet diliyorum.

Yaşadığımız acının tarifi yok. Ateş sadece düştüğü yeri değil, hepimizi yaktı geçti. Yaralıyız, acılıyız ve çok üzgünüz. Yüzyılın felaketi olan bu depremde, çok şeyimizi kaybettik. Mal ve mülkten bahsetmiyorum. Onların hiçbir değer ve önemi yok! İnsanlarımızla birlikte, insanlığımızı da kaybettik. Acılarımız üzerinden siyaset yapanları, felaketi fırsat bilip yağma yapanları, depremzedelere el uzatmak, yardım etmek yerine onları dolandıranları, bir ekmeği 15’TL’ye satanları, nakliye fiyatlarını 5 katına çıkaranları hayretler içerisinde izledik. Ve isimsiz kahramanları… Canla, başla, tek bir canı kurtartmak için, gece gündüz enkazda elleriyle tünel açanları, günler sonra insan kurtaranlar kahramanları, hayatımız boyunca unutmayacağız. Onlar altın harflerle tarihe geçtiler. Allah hepsinden razı olsun.

Bu felakette, 7’den 77’ye herkesin tek vücut olması. Ülkenin her ama her karışında yardım çığlıkları yükseldi. Bir hafta boyunca kimse yatağına giremedi. Felaketin ilk dakikasından itibaren çoluğunu çocuğunu, eşini babasını bırakıp deprem bölgesine yardıma koşan milyonlar. Yapacak hiçbir şeyi olmasa da evindeki tek battaniyesini bile depremzedelere göndererek, dayanışma-yardımlaşma kültürümüzün ne denli olduğunu bütün dünyaya gösteren bir millet. Bu felaketten çıkan en değerli tablo da buydu. İnsan olan hiçbir fert duyarsız kalmadı. Kimin elinden ne geliyorsa yaptı ve yapmaya da devam ediyor.

En acımasız vakaları izlerken, acımız 10 kat daha yükseliyor. Enkaz altında kurtarılmayı bekleyen insanları telefonla arayarak dalga geçen yaratıklar, malzemeleri ve deprem bölgesindeki birçok işyerini yağmalayanlar, hırsızlık yapanlar. Enkaz başında şov yapan siyasetçiler… Yahu bu kadar olur mu? Hiç mi? vicdan merhamet kalmadı sizde?

Felaketin üzerinden bir hafta geçti, ancak aklımız hala bölgede. Enkaz altında bulunan insanların sayısı çok fazla. Biz mucize kurtuluşlarla bir nebze de olsa, moral bulmaya, daha umutlu olmaya çalışırken, birileri insanları daha da umutsuzluğa itiyor. Başta Ümit Özdağ… Adamın işi gücü algı yaratmak. İnsanların acısı üzerinden, tamamı yalan donelerle algı yaratmak. Böyle bir zamanda bile din, ırk ve dil ayrımı yapan bir yaratık.

İmza atanlarda tutuklanmalı

Türkiye’yi yasa boğan ve 10 ilimizi vuran depremde en çok tartışılan konulardan biri de yeni binaların dahi yıkılması. Depremin meydana geldiği şehirlerde yüzlerce bina yerle bir oldu. Yıkılan binalar arasında yeni binalar çoğunlukta. Bu yeni binalar yüzlerce insana mezar oldu.

Bu binaları yapanlar, bunlara gerekli denetim yapılmadan iskan verenler yaşanan can kayıplarından ve yaralanmalardan sorumlu ve suçun failidir. Olay son derece açık. Bazı binalar dimdik ayakta iken, hemen yanı başındakilerin çöktüğü ve altında binlerce insan hayatını kaybettiği, yaralandığı ve hala göçük altında kaldığı için bu felaketin ihmal sonucu gerçekleştiği açıktır. Bu tamamen bu çürük binaları yapan, bunların yapılmasına izin veren, bunlara göz yuman ve bunları denetlemeyenlerin sorumluluğudur. Zaten ortada bir ihmal, kanunsuzluk olmazsa, binayı yapan insan demeyeceğim şu müteahhit bozuntuları neden kaçsın? Bakın hepsi kaçarken yakalandı. Yanlarına da almışlar milyon dolarları alçaklar. Bu kadar insan ölmüş iken, onlar yurtdışında milyon dolarları yemeyi planlamışlar. Bunlar insan olamaz.

Hatay'da depremde yıkılan Rönesans Rezidansın müteahhidi Mehmet Yaşar Coşkun başta olmak üzere, Adıyaman’da yıkılan bazı binaların müteahhidi oldukları saptanan karı-koca Yavuz Karakuş ve Sevilay Karakuş, Gürcistan'a kaçmaya çalışırken İstanbul Havalimanı'nda yakalandı. Yavuz Karakuş ve eşi Sevilay Karakuş'un üzerinden 16 bin dolar ve 20 bin lira para çıktı. Yine başka bir ölüm saçan bozuntu, Adana'da yıkılmasıyla 100'den fazla kişiye mezar olan Hasan Alpargün Apartmanının müteahhidi Hasan Alpargün.. Daha yüzlercesi.

Bu alçak kişi, binalarını "depreme dayanıklılık" sloganıyla tanıttı. Bir de utanmadan sıkılmadan kalkıp, olayı "Mukadderat" olarak yorumladı. Adana’da Alpargün'ün yaptırdığı tüm binalar hasarlı çıkmış. Depremin ardından apar topar KKTC'ye kaçtı, yakalanarak Türkiye'ye getirildi. Lüks yaşamıyla dikkat çeken müteahhit Hasan Alpargün'ün binaları depremde ayakta kalamadı ve 100'den fazla canın hayattan kopmasına zemin hazırladı. Bu ve bunun gibileri basit cezalarla kalmamalı. Bunlar sayısız müebbet hapis cezasına çarptırılmalı ve bütün mallarına el konulmalı.

Ya peki bu yıkılan binaların müteahhitlerine, yapı ruhsatı veren, iskan ruhsatı veren, güya denetim görevini yerine getiren kişiler hakkında ne yapılmalı? Onlar da en az müteahhitler kadar suçlu.. Hatta onlardan daha fazla suçlu.

Belli ki, bir menfaat ve çıkar karşılığında yapılmış bu lanet işler. Be ahlaksızlar, be vicdansızlar, sırf birkaç kuruş zıkkımlanacaksınız diye binlerce insanın ölümüne sebep oldunuz! ‘Vicdanınız rahat mı?’ diye soracağım ama, sizde vicdan da yok!   Vicdanınızla beraber onurunuzu, şerefinizi hatta insanlığınızı da kaybetmişsiniz.. Yazık.. Adalet bunun hesabını mutlaka sormalı. Biz her daim bunun takipçisi olacağız.