Son 45 yılın en karmaşık sorunlarından biri olan terör meselesinde önemli bir mesafe kat eden Türkiye, artık enerjisini ve kaynaklarını ülkenin en temel sorunlarından biri olan ekonomi alanına yönlendirmek zorundadır.

Yaşam pahalılığı, yüksek enflasyon, artan kiralar, gıda fiyatlarındaki astronomik artış ve alım gücünün düşmesi; vatandaşların günlük hayatını ciddi şekilde etkilemekte, sosyal huzuru ve toplumsal barışı tehdit etmektedir. Ekonomik göstergelerin iyileştirilmesi, sadece bir tercih değil, bir zorunluluktur. Türkiye’nin yeni hedefi: Ekonomik reformlar yoluyla sürdürülebilir kalkınma ve halkın refah düzeyinin artırılması olmalıdır.

2020 sonrası dönemde küresel salgının, savaşların ve tedarik krizlerinin etkisiyle dünya genelinde yaşanan ekonomik daralma, Türkiye’yi de ciddi biçimde etkilemiştir. Ancak Türkiye’nin kendine özgü yapısal problemleri, bu daralmanın daha derin hissedilmesine neden olmuştur.

TÜİK verileri ile halkın pazarda, manavda, faturalarda karşılaştığı fiyatlar arasında büyük farklar oluşmuştur. En temel ihtiyaç maddeleri bile lüks haline gelmiştir. Kiralar asgari ücretin neredeyse tamamına denk gelirken, özellikle büyükşehirlerde barınma sorunu ciddi bir toplumsal krize dönüşmüştür.

Ekonomik açılım, kısa vadeli pansuman çözümlerle değil; orta ve uzun vadeli, yapısal reformlarla gerçekleştirilmelidir. Bu bağlamda hükümetin önünde birkaç kritik başlık bulunmaktadır:

Faiz, kur ve enflasyon üçgenindeki dengesizlikler, halkın güvenini sarsmış durumda. Merkez Bankası’nın bağımsız hareket edebileceği bir yapının yeniden tesisi, fiyat istikrarı için elzemdir. Para politikaları, siyasi müdahalelerden arındırılarak, bilimsel ve ekonomik verilere dayalı biçimde yürütülmelidir.

Ekonomik büyüme kadar, bu büyümenin toplumun tüm kesimlerine adil biçimde yansıması da önemlidir. Orta sınıf erirken, dar gelirli vatandaşlar temel ihtiyaçlarını karşılayamaz hale gelmiştir. Vergi reformu, sosyal yardımların yeniden düzenlenmesi ve ücret artışlarının enflasyona ezdirilmemesi temel öncelikler olmalıdır.

Tüketim odaklı büyüme modeli yerine, ihracata dayalı, katma değerli üretim modeline geçilmelidir. Tarım, sanayi ve teknoloji alanlarında atılacak adımlar; hem istihdamı artıracak, hem döviz kazandırıcı faaliyetlerle cari açığı azaltacaktır. Tarımsal üretim stratejik sektör olarak ele alınmalı, çiftçiye destekler artırılmalıdır.

Konut piyasasında fiyatlar serbest piyasaya terk edilmemeli, sosyal konut projeleri yaygınlaştırılmalıdır. Özellikle dar gelirli vatandaşlar için kira destek programları geliştirilmelidir. Emlak spekülasyonları ve yabancıya satış gibi uygulamalar kontrol altına alınmalıdır.

Yatırımcı güveni için öngörülebilir bir ekonomi ve hukukun üstünlüğü vazgeçilmezdir. Yerli ve yabancı sermaye için güven ortamı yaratılmadan istikrarlı bir büyüme mümkün değildir. Hukuk sistemi, ekonomik reformların temel taşı olarak ele alınmalı; adalet mekanizması hızlı ve bağımsız çalışmalıdır.

Türkiye, büyük bir potansiyele ve genç nüfusa sahip güçlü bir ülkedir. Ancak bu potansiyelin hayata geçirilmesi için ekonomik istikrar ve güven olmazsa olmazdır. Bugün gelinen noktada hükümetin önünde tarihi bir sorumluluk bulunmaktadır.

Terörsüz Türkiye sürecinde elde edilen başarı gibi, ekonomik mücadelede de toplumsal dayanışma ve kararlı adımlar gereklidir. Artık yeni bir ekonomik açılım zamanı gelmiştir. Bu açılım sadece rakamsal göstergeleri düzeltmek değil, halkın hayat kalitesini, alım gücünü ve umudunu artırmak için olmalıdır.

Gelecek; sürdürülebilir ekonomi, adil paylaşım ve toplumsal refahın inşa edilmesiyle mümkün olacaktır.