Dünya bir kez daha aynı karanlık senaryonun içine çekiliyor. ABD, İran ile İsrail arasındaki gerilime doğrudan müdahil olarak, hedef olarak tespit edildiği söylenen üç nükleer tesisi bombaladı.
Bu saldırı, uluslararası hukukun, diplomatik teamüllerin ve barış çabalarının alenen çiğnendiği bir skandaldır. Sözde “düzeni koruma” iddiasıyla hareket eden bir devletin, aslında bizzat düzenin yıkıcısı haline geldiği acı bir tabloyla karşı karşıyayız. Bu sadece bir askeri operasyon değil; aynı zamanda küresel barışa, uluslararası adalete ve diplomatik çözüm yollarına yapılmış kasıtlı ve sorumsuz bir saldırıdır.
Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin acil toplantı yapması ve BM Genel Sekreteri’nin “endişe duyduğunu” açıklaması, uluslararası toplum için artık bir trajikomediye dönüşmüştür. Zira benzer “endişeler” Irak’ta milyonlarca insan ölürken de dile getirilmişti. Suriye paramparça edilirken de aynısı olmuştu. Filistin halkı on yıllardır bombalanırken de BM “duyarlılığını” (!) göstermişti. Fakat ne gariptir ki bu endişeler, hiçbir zaman ABD’nin ve onun müttefiklerinin pervasızlıklarına dur demeye yetmedi.
BM artık ne bir çözüm adresidir ne de bir barış merkezi. Aksine, büyük güçlerin çıkarlarını örtmek için kullanılan, küresel ahlaki iflasın resmi vitrinidir. Endişe açıklamakla, toplantı yapmakla, sitem dile getirmekle barış inşa edilemez. BM’nin asli görevi, savaşları önlemek ve insanlığı korumaktır. Ancak bu kurum, artık yalnızca savaşların protokol masası olma görevini üstlenmiş görünüyor.
Bugün yaşananlar tesadüf değil, yıllardır planlanan bir oyunun sahneye konmasıdır. ABD, bölgedeki “düzen bozucu” ilan ettiği ülkeleri sırayla hedefe koymakta; önce ekonomik yaptırımlarla, sonra diplomatik yalnızlaştırmayla ve en sonunda askeri müdahaleyle çökertmektedir. Irak bu yıkımın ilk kurbanıydı, ardından Suriye geldi. Şimdi sıra İran’da. Peki sonra? Lübnan mı? Yemen mi? Türkiye mi? Belki de sıra bekleyen başka bir ülke… Artık bu zinciri görmek için kahin olmaya gerek yok. Model aynı, senaryo aynı, sadece sahne değişiyor.
İsrail, bu zincirin merkezindeki kilit aktördür. ABD’nin askeri gücü, diplomatik ağırlığı ve medya etkisiyle desteklenen İsrail, bölgede dilediğini yapma özgürlüğüne sahip tek devlettir. Filistin’i işgal eder, sivilleri hedef alır, uluslararası hukuku çiğner; ama hiçbir bedel ödemez. Çünkü her seferinde arkasında aynı güç vardır: ABD.
Eğer uluslararası hukuk gerçekten evrensel olacaksa, ABD ve müttefiklerinin işlediği savaş suçları da cezalandırılmalıdır. Eğer BM, savaşları önleme görevini ciddiyetle üstlenecekse, artık güçlülere karşı da sesini yükseltebilmelidir. Aksi halde bu kurumlar, yalnızca tarihe utanç vesikası olarak geçecektir.
Bugün, sadece İran’ın değil tüm insanlığın iradesi sınanıyor. Bu saldırılar karşısında susmak, yarın daha büyük bir felakete göz yummak anlamına gelir. Sessiz kalmak, suça ortak olmaktır. Bu yüzden halklar, aydınlar, sivil toplum kuruluşları ve bağımsız devletler bir araya gelmeli; yeni bir küresel denge için ses yükseltmelidir. Bugünkü sistemin çöküşü kaçınılmazdır. Önemli olan, bu çöküşün enkazından adil, barışçıl ve eşitlikçi bir dünya düzeni kurabilmektir.
Ortadoğu, büyük güçlerin satranç tahtası değildir. Bu topraklarda insanlar yaşıyor; çocuklar doğuyor, anneler ağlıyor, şehirler yanıyor. Ve ne yazık ki tüm bu trajedinin ardında, “barış” maskesi takmış emperyalist politikalar var. Artık bu maskeler düşmeli. ABD’nin İran’a saldırısı; sadece bir ülkeye değil, tüm insanlığa yapılan bir meydan okumadır. Buna karşı durmak, bir tercih değil, bir görevdir.
Bu savaş zinciri kırılmalıdır. Irak, Suriye ve İran’dan sonra sırada kim var? Kim bilir… Ama artık herkes biliyor ki, susmak kurtarmıyor; sustukça sıra bir gün herkese geliyor.