7 Eylül 2025 günü İstanbul’da CHP İl binası önünde yaşananlar, Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) tarihinde kara bir leke olarak anılmaya aday. Partinin köklü ismi Gürsel Tekin’in, CHP İstanbul İl Başkanlığı binasına polis eşliğinde girmesi yalnızca bir yönetim krizi değil, aynı zamanda CHP’nin kuruluş ilkelerine ve iç demokrasisine duyulan güvenin sorgulandığı bir an olmuştur. Bu olay, CHP tarihinde unutulmayacak bir “utanç günü” olarak hafızalara kazındı.
Gürsel Tekin ismi, CHP ile özdeşleşmiş, yıllarını parti mücadelesine adamış bir siyasetçidir. İl başkanlığı görevinden milletvekilliğine, belediye başkan adaylığından genel başkan yardımcılığına kadar partinin çeşitli kademelerinde yer almış bir isim. Yani ortada dışarıdan atanan, partiyle ilgisi olmayan bir figür yok. Aksine, geçmişi CHP’nin çetin günlerine dayanan, “kuruluş değerleri” vurgusu yapan bir partiliden söz ediyoruz.
Ancak ne yazık ki, CHP’nin kendi içinden çıkan bir isme bile tahammül gösteremeyen bir anlayışla karşı karşıyayız. Parti tabanının önemli bir kesimi tarafından saygıyla anılan Gürsel Tekin, kendi partililerince protestolarla karşılanıyor, yetmezmiş gibi polis eşliğinde il binasına girmek zorunda bırakılıyor.
CHP, yıllarca halkın iradesini, adaleti ve demokrasiyi savundu. Bu savunular, Gezi Parkı’ndan Adalet Yürüyüşü’ne, seçim sandıklarının başında sabahlayan gençlerden Anadolu’nun en ücra köylerinde çalışan örgüt emekçilerine kadar binlerce insanın omuz verdiği bir mücadeleydi. Şimdi aynı partinin, kendi içindeki bir krizi çözme biçimi, yıllarca eleştirdiği otoriter refleksleri andırır hale gelmiş durumda.
Bir partilinin, hele ki Gürsel Tekin gibi bir partilinin, il binasına girişi ancak polis desteğiyle mümkün oluyorsa, burada durup düşünmemiz gerekir. Bu yalnızca bir yönetim sorunu değil, aynı zamanda bir vicdan sorunudur.
Demokrasilerde protesto bir haktır. Ancak bir partilinin yalnızca Mahkeme tarafından atanmış olması nedeniyle düşmanca karşılanması, protestodan öteye geçip linç kültürüne dönüşüyorsa, burada bir örgütsel travmadan söz edebiliriz. Gürsel Tekin gibi bir ismi hedefe koymak, CHP’nin yalnızca bireysel bir hesaplaşmaya değil, kendi geçmişiyle de çelişmesine yol açıyor.
Bu durum, parti içindeki farklı görüşlerin, diyalog yerine dışlayıcı reflekslerle bastırıldığını gösteriyor. Oysa CHP, farklılıkları zenginlik sayan, çoğulculuğu savunan bir gelenekten gelir. Bu gelenek yok sayılırsa, geriye yalnızca aidiyet duygusunu zedeleyen bir parti kalır.
CHP’liler artık “yeter” demelidir. Yalnızca iktidara değil, kendi içlerindeki yanlışlara da “dur” deme sorumluluğundadır. Çünkü CHP sadece bir parti değil; cumhuriyetin, halkçılığın, laikliğin ve sosyal adaletin tarihsel mirasını taşıyan bir yapıdır. Bu miras, kişisel çekişmelere, hizip savaşlarına ve otoriter eğilimlere kurban edilemeyecek kadar değerlidir.
Bugün Gürsel Tekin’in yaşadığı bu tablo, yarın başka bir ismin başına da gelebilir. CHP’liler, bu kırılmayı onaracak sağduyuya ve olgunluğa sahiptir. Ancak bunun için önce, kişisel hesaplaşmalardan arınmak ve partiye yeniden bir “vicdan” kazandırmak gerekmektedir.
Gürsel Tekin’in polis eşliğinde CHP İstanbul İl Başkanlığı’na girmesi, sadece bir atama meselesi değil, bir sistem ve kültür sorunudur. CHP, kendi içinde demokratik teamülleri kaybederse, toplumdan adalet talep etme hakkını da yitirir.
Bugün, CHP için bir yüzleşme günüdür. Ve yüzleşme, dış düşmanlarla değil, içteki yanlışlarla başlar.