Dünya siyaseti bir satranç tahtasıdır. Taşların adı ülkeler, oyuncuların adı istihbarat örgütleridir. Satrançta olduğu gibi, burada da küçük bir hamle bazen oyunun kaderini değiştirir. Türkiye’nin son günlerde gündemine düşen Mossad operasyonu tam da bu bağlamda okunmalı. İstanbul’da yakalanan iki kişi üzerinden yaşanan gelişmeler, yalnızca bir casusluk vakası değil, aynı zamanda Türkiye’nin güvenlik sınavının yeni bir perdesidir.
Milli İstihbarat Teşkilatı (MİT), İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı ve emniyet birimlerinin ortak operasyonuyla yakalanan Serkan Çiçek ve avukat Tuğrulhan Dip’in hikayesi, bize birkaç önemli ders hatırlatıyor.
İlki şu: Küresel rekabet, artık cephelerde değil, bilgi akışında kazanılıyor. Savaşların silahla değil, sırlarla yürütüldüğü çağdayız. Türkiye de bu küresel rekabetin merkezinde, hem jeopolitik konumu hem de bölgesel nüfuzu nedeniyle doğrudan hedef haline geliyor.
İsrail gizli servisi Mossad’ın Türkiye topraklarında cirit atmaya çalışması, bir ilk değil. Tarih sayfalarını açtığımızda, Türkiye’nin farklı dönemlerde yabancı servislerin hedefi olduğunu görürüz. Kimi zaman darbelerle, kimi zaman ekonomik manipülasyonlarla, kimi zaman da doğrudan casusluk faaliyetleriyle…
Bugün ise yöntemler değişse de amaç değişmiyor: Türkiye’yi zayıflatmak, içerden çözmek, kritik bilgileri çalmak ve ülkenin hamle kabiliyetini törpülemek.
Şüphelilerden birinin “dedektif görünümlü” bilgi satıcısı, diğerinin ise bir avukat olması tesadüf değil. Bu iki kimlik, casusluğun günümüzdeki sofistike yapısını gözler önüne seriyor. Artık karşımıza film sahnelerindeki ajan profilleri değil, toplumun güven duyduğu meslek grupları kılığına girmiş kişiler çıkıyor.
Çünkü istihbaratın özü güveni istismar etmektir. Avukatın müvekkilinden, dedektifin ise takip ettiği şahıslardan edindiği bilgileri yabancı servislerle paylaşması, aslında modern casusluğun en sinsi yüzünü anlatıyor.
Burada dikkat çekilmesi gereken bir diğer husus, MİT’in son yıllarda operasyonel kabiliyetinde yaşanan ciddi artış. Sınır ötesi operasyonlardan iç güvenlik hamlelerine kadar Türkiye, artık sadece savunmada değil, oyunu kuran bir aktör olarak sahnede. Bu operasyonun kamuoyuna yansıması, aslında bir tür caydırıcılık mesajı da içeriyor:
“Türkiye, kendi topraklarında hiçbir istihbarat faaliyetine göz yummayacak.”
Ancak unutmamak gerekir ki casuslukla mücadele sadece güvenlik birimlerinin işi değil. Devletin kurumları, medyası, üniversiteleri ve hatta vatandaşları bu konuda bilinçlenmeli.
Çünkü casusluk yalnızca gizli belgelerle değil, sosyal medyada yapılan dikkatsiz bir paylaşımda, bir akademisyenin dikkatsizce anlattığı raporda ya da basına sızdırılan küçük bir notta bile gizlenebilir.
Bu noktada asıl soruyu sormak lazım: Biz, birey olarak bu satranç oyununda hangi taşız? Kendi güvenliğimizin ne kadar farkındayız?
Bugün İstanbul’da yakalanan iki kişi üzerinden yapılan operasyon, belki bir satranç hamlesi gibi görünüyor. Ama asıl oyun devam ediyor. Ve bu oyunda en güçlü taş, farkındalıktır.
Türkiye’nin güvenlik hafızası diri tutulmalı. Çünkü unuttuğumuz her ders, karşımıza yeni bir “ajan” olarak geri dönüyor.