Tarihler 26 Ağustos’u gösterdiğinde, bu toprakların hafızasında derin izler bırakan büyük bir zaferin yıl dönümüne ulaşmış olduk.

Malazgirt Zaferi’nin 954. yılı, sadece bir askeri başarının değil; bir milletin kaderini, yönünü ve kardeşliğini tayin eden kutlu bir dönüm noktasının anısıdır. Bu yıl da Sultan Alparslan’ın ruhuyla yoğrulmuş Malazgirt Ovası’ndan verilen mesajlar yalnızca geçmişe değil, geleceğe de bir pusula niteliğindeydi.

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Malazgirt’te yaptığı konuşma, sadece bir anma değil; aynı zamanda birlik, beraberlik ve terörsüz bir gelecek vizyonunun güçlü bir manifestosu oldu.

Erdoğan’ın “Yönünü Ankara’ya, Şam’a dönen kazanır” ifadesi, diplomasiye, diyaloga ve bölgesel barışa verilen önemi açıkça ortaya koyarken; “Terörsüz Türkiye” idealine giden yolda atılan somut adımların da altını çizdi.

“Fitne duvarlarını yıkmak” söylemi, günümüzün en büyük tehdidi olan ayrıştırıcı dil ve terör odaklı yapılarla mücadelede kararlı bir duruşu simgeliyor.

Türkiye’nin içinden geçtiği bu dönemde, her kesimden insanın etnik, dini ya da mezhepsel ayrım gözetmeksizin aynı çatı altında buluşması gerektiği fikri, artık bir devlet politikası olmanın ötesinde, milli bir zorunluluktur.

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, “Tüm kurumlarımız çalışmalarını bir kuyumcu titizliğiyle sürdürüyor” ifadesi, sadece güvenlik tedbirlerinin değil; sosyal, kültürel ve siyasi adımların da ne kadar dikkatle atıldığının göstergesidir. Bu süreç, yüzeysel bir güvenlik politikası değil, topyekûn bir toplumsal restorasyon sürecidir.

Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin Malazgirt mesajı da, bu birlik iklimini pekiştiren nitelikteydi.

“Önümüzdeki altın fırsat heba edilmemeli” cümlesi, Türkiye’nin tarihsel olarak kritik bir kavşakta olduğunu ve bu sürecin doğru yönetilmesi gerektiğini vurguluyor. Bahçeli’nin “coğrafyayı vatan yapan millet” ifadesi ise, Malazgirt ruhunun bugünkü anlamına güçlü bir gönderme niteliği taşıyor.

Bu toprakları vatan yapan unsur; sadece sınır taşları değil, gönülleri birleştiren kardeşlik duygusudur. O yüzden bu altın fırsat, yalnızca terörle mücadelede değil, milletin her bir ferdini aynı hedef etrafında kenetlemede de büyük önem taşımaktadır.

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “Bu coğrafyada kıyamete kadar yan yana yaşayacağız” sözü, hem tarihi bir gerçekliği hem de insani bir mecburiyeti ortaya koyuyor. Ortadoğu’nun parçalanmış haritaları arasında Türkiye’nin birlik ve barış mesajı, yalnızca iç kamuoyuna değil, bölgesel aktörlere de verilen stratejik bir mesajdır.

Türkiye, artık sorunlarını çatışmayla değil, müzakereyle; düşmanlıkla değil, kardeşlikle çözme iradesini ortaya koyuyor. Malazgirt’ten yükselen bu ses, sadece bir zafer kutlaması değil, barışın, birliğin ve ortak geleceğin çağrısıdır.

Malazgirt ruhu, sadece 1071’de kalan bir zafer anısı değil; 2025’e, hatta geleceğe taşınan bir birlik vizyonudur.

Türkiye’nin dört bir yanından gelen milyonların Malazgirt’te aynı heyecanla buluşması, bu topraklarda kardeşliğin mayasının hâlâ diri olduğunu gösteriyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “Unutmayın, Malazgirt’te olacağız” sözü, bir tarihi hatırlatma değil, bir ortak gelecek vaadidir.

Bugün terörsüz, bölünmez ve barış içinde bir Türkiye hayal değil; doğru adımlarla gerçekleşmeye çok daha yakın. Malazgirt’ten verilen mesaj açık: Bu topraklarda zafer de, gelecek de, barış da ancak kardeşlikle inşa edilir.