Dünyanın gözü önünde, iki buçuk yılı aşkın süredir Gazze’de yaşananlar insanlık tarihinin en karanlık sayfalarından biri olarak yazılıyor. İsrail’in uyguladığı ağır abluka, sistematik bombardıman, sivil yerleşim alanlarını hedef alması, temel yaşam haklarını yok sayması ve uluslararası hukuk normlarını açıkça çiğnemesi karşısında, Batı’nın sessizliği artık sadece utanç verici değil; aynı zamanda suça ortaklıktır.

Birleşmiş Milletlerin ve birçok bağımsız insan hakları kuruluşunun raporlarına göre, Gazze’deki durum artık “çatışma” ya da “savunma hakkı” kavramlarıyla açıklanamaz boyuttadır. On binlerce sivilin ölümüne neden olan bu saldırılar, okulların, hastanelerin, sığınma merkezlerinin bilinçli olarak hedef alınması; kadınların, çocukların, yaşlıların sistematik biçimde katledilmesi; gıda, ilaç ve temiz suya erişimin engellenmesi bir savaş suçudur, daha da ötesi bir soykırımdır.

Batılı devletlerin “İsrail’in güvenlik hakkı” kisvesiyle bu vahşeti meşrulaştırma çabaları, artık gerçeği örtemiyor. Uluslararası kamuoyu, özellikle sosyal medya aracılığıyla, gözle görülür bir farkındalık içinde. Halklar sokaklara çıkıyor, üniversitelerde öğrenciler seslerini yükseltiyor. Ancak Batı’nın siyasi elitleri, İsrail’e verdiği koşulsuz desteği sürdürmekte ısrar ediyor. Bu suskunluk, sadece ahlaki bir çöküş değil; aynı zamanda insan haklarına, demokrasiye ve evrensel değerlere ihanettir.

Son dönemde Fransa, Belçika ve Monako gibi Avrupa ülkelerinin Filistin’i devlet olarak tanıması, geç kalınmış ama umut verici adımlardır. Bu kararlar, sadece sembolik değil; aynı zamanda İsrail’in işgal politikasını uluslararası alanda yalnızlaştırma açısından da stratejik öneme sahiptir.

Artık bu adımların sayısı artmalıdır. ABD dahil büyük güçlerin de, halklarının vicdanına kulak vererek Filistin’in devletliğini tanıması gerekmektedir. Bu, sadece Filistin halkına adaletin bir parçası olmak anlamına gelmez; aynı zamanda bölge barışı için de zorunlu bir adımdır. Filistin’in tanınması, İsrail’in “sınırsız güç kullanımı” anlayışına karşı uluslararası hukukun yeniden inşa edilmesi demektir.

İsrail devleti, artık “Holokost geçmişi” ya da “anti-semitizm kartı” arkasına sığınarak her türlü zulmü meşru gösteremez. İsrail hükümetinin bugünkü politikaları, yalnızca Filistinlileri değil; aynı zamanda Yahudi halkını da derin bir ahlaki krize sürüklüyor. Çünkü gerçek antisemitizmle mücadele, İsrail’in işlediği insanlık suçlarını eleştirmekten değil, onları görmezden gelmekten geçer.

Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin devreye girmesi, savaş suçlularının yargılanması ve İsrail’e yönelik yaptırımların hayata geçirilmesi artık bir insanlık görevidir. Bu yalnızca Filistin halkı için değil; aynı zamanda dünyanın dört bir yanında ezilen, dışlanan, işgal edilen tüm halklar için de bir umut olacaktır.

Gazze’de her gün bir çocuğun cesedi enkaz altından çıkarılıyor, her gün bir anne evlatsız kalıyor, her gün bir baba çaresizlikten duvarları yumrukluyor. Ve dünya bunu izliyor. Ama unutulmamalı ki; tarih, izleyenleri de yazar. Bugün susanlar, yarının utanç sütunlarında yer alacaktır.

Artık sözün bittiği yerdeyiz. Dünya devletleri, özellikle Batı, bir tercihle karşı karşıya: Ya Filistin’i tanıyarak adaletin, insanlığın ve vicdanın yanında duracaklar ya da İsrail’in soykırım politikalarına sessiz kalarak tarihin karanlık yüzünde yer alacaklar.

Biz ise susmayacağız. Filistin’in sesi olmaya, Gazze’de yankılanan çığlıkları duyurmaya, gerçeği haykırmaya devam edeceğiz.

Çünkü adalet, Filistin’le başlar.