Günümüzde emperyalizminin böl ve yönet taktiği Newton çarkı gibi rengarenk görünse de hatasız yürütülüyor.

Bilindiği gibi 20. yüzyılın başında dünyanın siyasi haritası renklenmiş ve parçalanan Avusturya- Macaristan ve Osmanlı imparatorluğunun küllerinden onlarca ulus devlet doğdu.

Bu değişimi yaratan gelişmelerin birçok nedeni olsa da özellikle 20. yüzyıldaki paylaşım savaşları, sanayileşmeyle birlikte feodalite ve derebeyliklerin sonlanmasını getirmiş, yerine pre kapitalizmin ucun ucun olgunlaşmasını, ulusal sanayisiyle beraber ulusal burjuvazisini de doğurmuştu.

İşte bu yüzyılın değişim ve dönüşümünü sağlayan ulusal burjuvazi dünyanın her yerinde halklarıyla adeta oğul verdi. Her tarım ve sanayi burjuvazisi halkıyla bir olup ulus devletini inşa etme savaşımını verdi.

Klasik emperyalizmin boyunduruğundaki halkların ulusal burjuvazisi, ”Ben buradayım ve ulus devletimi kuracağım” diyerek dünyanın beş temel çelişkisinden biri olan “Emperyalizm ile Ulusal kurtuluş mücadelesi veren ülkeler” arasındaki çelişkinin zembereğini boşaltmaya başladılar.  

Zaten imparatorlukların çöküşü öncesi var olan devletlerin yanı sıra sanayinin gelişmesine paralel olarak pıtırık pıtırık ulus devletler doğunca yönetimlerinde ve üretimlerinde bu defa ulusal demokrasi kendisini dayattı.

Bu süreçten sonra günümüze kadar gelen tüm ulus devletler; biçim olarak değişen, modern olanları da dahil, öz olarak değişmeyen tabuları olan birer kutsal mabet niteliğindedirler.  

Bağımsızlıklarını kazanan genç ulus devletler ise, şu ya da bu şekilde bir an emperyal bağımlılıktan kurtulduklarını sandılar. Son yüzyılın herkese gösterdiği gibi maalesef Birleşmiş Milletler defterine ülkelerinin adlarını şeklen yazdırsalar da ulusal kültürel özgürlüklerine kavuştuklarını sanmaktan öteye gidemediklerini gördüler.

Bu durumları hiç yoktan iyiydi elbet. Bir sınırları ve bayrakları vardı ama Muhammed Ahmet Bin Bela’nın bize dediği gibi; ”Kanla canla kapıdan kovduğumuz emperyalizm bir gece vakti bu defa pencereden girivermişti bile...”

Gerçekten, bu gencecik devletlerin kapıdan kovdukları sömürgeci emperyal devletleri bu defa pencereden, bacadan girmeleri bir yana, o kovdukları emperyalleri ülkelerine geri çağırmak zorunda kaldıkları dönemler bile görülecektir.

Bu ekonomik ve teknolojik hipnozlar günümüzde de ve hala yaşanıyor. Maalesef bu genç devletlerin çoğu yüzlerini ve zihinlerini inançlarına ve öz güçlerine göre değil, ekonomik teknolojik nedenle eski işgalcilerini yeni modern batılı gizli işgalci işbirlikçilerine çevirmek zorunda kaldılar.

Çünkü, Yeni Dünya Düzeni  sahipleri dün olduğu gibi bugün de ne sınırların ne bez parçası saydığı bayraklar  umurlarında değil…Hatta çok mecbur kalmadıkça jeopolitik ve jeostratejik değişimleri bile kale almamaya çalışıyorlar. Sadece jeoenerjinin peşindeler...                                              

Eğer yanılmıyorsak, Yeni Dünya Düzeninin sahipleri, yeni SYKES-PİCOT lar yaratmak isterken, yeni bir ders, siyasi bir tez olarak şuna çalışmamızı istediklerini söylemek kehanet olmayacaktır:

Yeni Ortadoğu için aranan: “Seküler Hilafet ”in nasıl ve kimle oluşturulacağıdır.  

Olmaz olmaz deyip, atmayın. Ilımlı İslam formülüyle yıllardır Müslümanlara dayattıkları şeyin sebebi nedir?  Yine on yıllardır emperyallerin İslam ülkelerinde şemsiye açtığı “ılımlı İslam” ile gerçek “Kur’an İslamı”nın aynı şey olduğunu yurttaşlarına formel yolla enjekte eden kimi ulusal yönetimler kadar, sekülerlik, din ve demokrasinin aynılığını anlatanlar, nesilleri deizme yöneltenleri  bu planın birer yanıltıcısı, münafığı ve oportünistleri olduklarını unutmayalım.   

Yanılıyorsam, uyarılmayı beklerim.                                                                                                    

Şimdilik nokta…                                                                                                           

Anlayana…    

Mahmut ŞİMŞEK / Siyasi Analist