Bir dostumla buluşmaka üzere, daha önce kararlaştırdığımız mekana gitmek üzere evden çıktım. Yavaş adımlarla yürümeye gayret ediyorum. Yağmur yağıyor ve sokakta oluşan su birikintileri, yoldaki çukurları örttüğü için, atacağım her adım, daha doğrusu atacağım dikkatsiz her adım, bana pahalıya mal olabilir. Üstümü başımı kirletmeden ve talihsiz bir kazaya uğramadan, nihayet, dostumla buluşacağım mekana vardım. Henüz dostum gelmemişti. Saatime baktım, randevumuza on dakika vardı. Ben her zaman randevumlarıma en az on dakika erken giderim, ne olur ne olmaz. Herkesin zamanı kiymetlidir. Buna özen gösteririm. Bilirsiniz çayı çok severim, hemen bir çay siparişi verdim. Henüz çay gelmeden, kapıdan dostum ve yanında biri olduğu halde içeri girdiklerini gördüm. Garsona seslendim ve çayları üçlemesini söyledim.
 

Dostumla hasret giderdik ayak üstü ve beraberindeki adamla da tokalaştım. Gelen adam dostumun hem akrabası hem de köylüsüymüş. Ben yaşlarında gün görmüş biri intibası uyandırdı bende. Kısa bir hal hatır sorduktan sonra, şu ünlü klişeyle ‘’ ne olacak bu memleketin hali’’ bahsinde sohbeti koyulaştırdık. Sıcak sohbetimizin o hararetiyle dostumla ne kadar,kesintisiz konuştuğunuzu hatırlamıyorum; hatırladığım şey beraberinde gelen adamın’’ İlhami bey, gözleriniz iyi görüyor mu? Diyen sorusu oldu. Önce şaşırdım. Daha doğrusu, doğrudan doğruya sağlığımla ilgili bir soru mu soruyor yoksa gözlerim, göz sağlığın bahane, bir gönderme mi yapıyor? Biraz duraksadım. Adamı ilk kez görüyordum, aramızda bir hukuk da yoktu ve ortalıkta sohbeti tekrar sağlığıma döndürecek cümleler de kurulmamıştı. Ben cevap vermeden sorusunu tekrarladı ve ‘’ ayaklarınızın ucunu görebiliyor musunuz’’? dedi. İçim de kocaman bir haydaaaa çektim. Biraz da tepkisel bir alınganlıkla, ‘’ çok şükür ki gözlüklerim var, onların sayesinde ayaklarımın ucunu da görebiliyorum’’ dedim.
 

‘’ İnsan ayak bastığı yeri iyi bilmelidir’’ dedi. İnsan ayak bastığı yeri iyi bilmelidir cümlesini duyunca artık emin oldum. Bu adam biraz önce yaptığımız sohbeti, can kulağıyla dinlemiş ve benin ileri sürdüğüm kimi argümanları tutmamış diye düşündüm. Görmek, ayak ucu ve bastığın yer imgeleriyle adam bana insanları iyi tanıyor musunuz? demeye getirdiğini anladım. Çünkü, dostumla konuşurken yükselen enflasyonun bu iktidarın sonunu getireceğime inandığını söylemiştim. Galiba o da bu üstü örtük ve ironik cümlelerle insanlara o kadar güvenme demeye calışıyordu. Ya da daha doğru bir ifadeyle insanları iyi tanımadığını ima ediyordu. Doğrusu, bu söylemden etkilendim ve yüzümü ona dönüp doğrudan sordum. ‘’Peki, sence Demirel doğru söylemiyor muydu; tencere iktidar götürür? Sizce boş tencere iktidar devirmez mi?
 

Önce çayından bir yudum aldı. Sonra da ‘’ sana bir hikaye anlatacağım’’ dedi. ‘’hükümü hikayeyi dinledikten sonra ver’’ dedi. ‘’ hikaye tam olarak nerede hangi ülkede geçiyor bilmiyorum, ama hikayenin ana kahramnalarında biri İngiliz olduğuna göre, hikaye mutlaka ya Hindistan ya Türkiye ya da Kurdistan da geçmiş olmalı. Hikayeye göre, bir ingiliz bir çobana rastlar. Biraz muhabbet ettikten sonra çobana, eğer kendi  köpeğini vurursa, yani öldürürse, 100 paund vereceğini söyler. Çoban bir İngiliz’e bir de kendi köpeğine bakar. 100 paund iyi para ama köpeği de inanılmaz bir çoban köpeği, tek başına koca sürüyü idare ediyor. Çoban 100 paundun cazibesine dayanamaz ve teklifi kabul eder. Sırtındaki tüfeğini indirir, nişan alır ve köpeği ölümcül bir yerinden vurarak öldürür. İngiliz, çobana 100 paund verir. Çoban parayı kesesine sokarken, İngiliz  bir talepte daha bulunur.’’ Eğer bu köpeğin derisini soyarsan, ben sana 100 paund daha veririm’’ der. Çoban belindeki hançeri çıkarır ve köpeğin derisini bir güzel soyar. Henüz hançerindeki kanı temizlememişken, İngiliz , bir başka talepte bulur.’’ Eğer derisini yüzdüğün köpeğin, etlerini parçalarsan sana 100 paund daha veririm ‘’der. Çoban köpeğin bütün etlerini birbir parçalayarak, uygun bir yerde istif eder. İşini bitiren çoban İngiliz’e doğru gelir ve şöyle der: eğer 100 paund daha verirsen ben köpeğin etini de seve seve yerim. İngiliz o kadarına gerek yok; çünkü ben öğrenmem gerekeni öğrendim. Ben aldım alacağımı’’ der.
 

‘’İnsanları tanımak hiç kolay bir iş değil’’ dedi. Ben onun kadar kötümser olmadım hiçbir zaman. Kabul ediyorum ben bir iyimserim. Ve hala iddia ediyorum. Demirel haklıydı. Boş tencere iktidar devirir.

Yeni Journal’da yayımlanan köşe yazıları, yazarların kendi görüşlerini yansıtmaktadır. Yazıların tüm hukuki sorumluluğu yazarlara aittir.