Et ve tırnak hikayesinde yaman bir çelişki ve hile var. Et uzamaz, uzadığını varsaysak bile hiç kimse, eti kesip atmaz. Ama tırnak öyle değil; tırnağın durumu vahim, her gün değilse bile, haftada bir operasyona uğrar, fazlalıklar, çıkıntılar kesilip atılır. Şimdi soru şu, kim et kim tırnak. Mantıksal olarak ‘’biz et ile tırnak gibiyiz’’ diyen biri kendini tırnak olarak kabul etmez. Böyle bir belirleme yapma ihtiyacı duyan kişinin zihninde, et olduğuna dair şaşmaz bir yargı var. Etin, tek bir bedeni simgelediği düşünülürse, tırnak bir tür beden dışını temsil eder. Ve aslında tırnak bu yanıyla bedene de ait değildir. O sürekli kesilip biçilmesi gereken bir anarşizandır.
Et ve tırnak hikayesi, esasen Kürt ve Türk birlik ve kardeşliğin ifadesi olarak dile getiriliyor. Bu ifade, gönüllü birlikten çok, ayrılmazlık üstüne bina edilmiş, mecburi bir beraberliği özetler gibidir. Yani kısacası bu ifade özgür iradeye dayanan gönüllü bir birliği ve kardeşliği temsil etmiyor, tırnak sembolü, mecburi bir evliliğin istenmeye gebelik hali anlamına geliyor.
Açıkça konuşalım. İçinde sevgi ve yüce gönüllü bir merhametin olmadığı birlik ve kardeşlik, düpedüz riyakarlıktır. Ve riyakarlığın ömrü de ‘’ köprüyü geçinceye’’ kadardır.
Et ve tırnak benzetmesini duyduğum zaman tüylerim diken diken olur; çünkü hatıralarımda tırnak ile ilgili son nefesime kadar unutamayacağım anılarım var. 1979 yılında sıkıyönetim ilanıyla yakalanıp gözaltına alındığım da işkencecilerin kaba dayaktan sonra yöneldikleri ve ustalıklarını ince ince icra ettikleri uzvum tırnaklarım oldu. Dün gibiymiş gibi hatırlıyorum, bir sandalyeye ellerim ve ayaklarım bağlandı. Gözlerim önceden kaplanmıştı, hiçbir şey göremiyordum. Sandalyenin dirsekliğine ellerim bileklerinden bağlanmıştı. Karşımda oturduğunu ya da ayakta olduğunu sandığım biri soru soruyordu, bir diğeri ise, suskunluk anlarımda tırnaklarının arasına iğne ya da toplu iğne sokarak, canımın fena halde yanmasını sağlıyordu. Bu işkence günlerce sürdü ve işkence son bulduğunda bütün tırnaklarım iltihaplanıp tek tek dökülmüştü. Onun için bana tırnaktan söz etmeyin!
İki özgür ve eşit birey gibi birbirimiz kabul etmek varken ve bu kabul ediş, sonuna kadar insanca ve sevgi bereketiyle sulanmışken, neden et ve tırnak olmaya zorlanıyoruz? Daha doğrusu birimizi neden tırnak ilan ediyoruz? Ha tırnak ha kurbanlık koyun, arada bir fark var mı?
Eğer, et ve tırnak örneği cidden gerçek bir kardeşlik ve birliği ima ediyorsa, her kardeşlik ve buna bağlı olan birlik olma halinin hakiki değerlerini de ifade etmek zorunda. Birlik bir hukuk işidir ve kardeşliğin de bir hukuk vardır. Bu iki hukukun da temeli, kimlik ve statüyü tanımaktan geçiyor. Kardeşimiz bizim gibi bir kimliğe sahiptir ve biz o kimliği tanıdığımız için kardeşimizdir. ‘’ O bizim kardeşimizdir’’ derken aslında kastettiğimiz kimliğidir. Birlik de öyledir. İki ayrı taraf olduğumuzu kabul etmeden, birlik olmak mümkün mü? Hiç kimse kendisini tarif etmeyen bir birlik içinde yer almaz. Hiç kimse kendisine tanınan hak olmadan birliğe gönüllü olarak iman etmez. Hem birlik olacaksınız hem de bir taraf sizi hiç sayacak; olur mu böyle bir şey.
Hakiki bir birlik ve kardeşlik isteniyorsa, bu konu da samimiyet testi, kardeşi tanımaktır. Kardeşi bütün haklarıyla hukukuyla tanımaktır. Önce kardeşini tanırsın, sonra onu haklarıyla birlikte tanımlarsın ki, kardeş kendini bir tırnak sanmasın. Ya da kardeş ‘’tırnak içindeki’’ hiç olmadığını anlasın.
Toplumsal ilişkilerin, hukuk dahil sevgiyle örüldüğü bir toplum, herkesin herkesi, tırnak yerine koymasından daha fazlasını gerektirir. Mesela sevgi, merhamet ve anlama çabasını gerektirir. Sevgiden merhamette ve anlama çabasından örüşmüş bir toplumsal ilişki içinde, herkes kardeştir ve herkesin herkese duyduğu duygu sevgi damıtır. Sevgi de ihtilaf biriktirmez, Çünkü sevgi ihtilaf çözücüdür.

Yeni Journal’da yayımlanan köşe yazıları, yazarların kendi görüşlerini yansıtmaktadır. Yazıların tüm hukuki sorumluluğu yazarlara aittir.