Geçtiğimiz günlerde, Türk edebiyatı ve siyasetinin önemli isimlerinden biri olan Sezai Karakoç, dünyaya gözlerini yumdu. Her kesimin hüzünlendiği ve yad ettiği üstat idi. Onu bu kadar önemli kılan neydi peki? Şiiri desek yalnız kalır, düşüncesi desek sade olur, siyaseti desek eksik kalır. Sezai Karakoç’u bir bütün olarak, 88 yıllık hayatını ele alarak değerlendirmemiz gerekmektedir.
Sezai Karakoç 1933 yılında Diyarbakır’ın Ergani ilçesinde dünyaya gelmiş. İsim konusunda aksilik yaşayan Karakoç’un ismi Muhammet Sezai konulur, ama nüfusa Ahmet Sezai olarak geçer. İlköğretimini Ergani’de tamamlamıştır. Eğitimi için ailesinden küçük yaşta ayrılmak zorunda kalmış, eğitim hayatı yatılı okullarda geçmiştir. Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesini kazanarak başladığı yüksek öğrenimini 1955'te fakültenin Maliye Bölümünden mezuniyetle tamamladı. Ardından iş hayatına atıldı, ama sabit bir işte çalışmak ona göre değildi, kamuda çalışma hayatı da böylece uzun sürmeyecekti.

Türk edebiyatında tanınmasını sağlayan ilk şairlik denemesi, 1950 yılında Necip Fazıl Kısakürek’in “Yeni Doğu” dergisinde yayımlanan “Sabır” şiiridir. Şiirini Mehmet Leventoğlu imzasıyla yayınlamıştır.

300 kişinin şiiri arasında seçilip yayınlanan şiirinden bir kesit:
Yeter
Bunca sabır
Kır
Hududu
Mehmedim! …
İkinci Yeni Akımının kurucularından sayılır. Ama hiçbir düşünce onu tam olarak yansıtmıyordu. Bu doğrultuda ‘Diriliş Dergisi’ni kurdu. Burada düşüncelerini rahatlıkla ifade edip, yansıtıyordu. Kendi ifadesiyle “Diriliş, aslında bir edebiyat akımından çok, bir hakikat akımıdır.” “Ben bir diriliş işçisiyim” diyerek Dirilişe bağlılığını göstermiştir. Ona göre Diriliş, İslam’dan ayrılışın sona erişi, ona yeniden kavuşmanın başlangıcıydı.
Sezai Karakoç ve Diriliş, birbirinden ayrılmayan iki isimdi. Mevlana’nın “ben senim, sen bensin” sözünün vücut bulmuş haliydi. Birbirlerinde yok oluşları ve varoluşları, nefesle ses gibiydi. Diriliş yeniden vücuda gelmekti.
Sezai Karakoç’un modern edebiyata bir diğer katkısı da kendine has üslubuyla kaleme almış olduğu Fuzuli’nin ‘Leyla ile Mecnun’udur.
Anlatacaktım ölümlerini bir sonbahar eşliğinde
Bir kış güneşliğinde
Fakat baktım bu ölüm değil diriliştir
Tabiatı aşan bir bildiriştir...
Sezai Karakoç denince çoğunun aklına gelen, en az 1-2 satırının söylendiği “Monna Rosa” şiiridir. Bu şiir platonik bir aşk hikayesidir. Her ne kadar Sezai Karakoç kabul etmese de yıllar sonra şiirin yazıldığı kişi olan Muazzez Akkaya bu aşkı doğrulamıştır.
Açma pencereni perdeleri çek
Mona Roza seni görmemeliyim
Bir bakışın ölmem için yetecek
Anla Mona Roza, ben bir deliyim
Açma pencereni perdeleri çek...
Üstatla ilgili bir başka olayda Cemal Süreya ile girdiği aşk iddiasıdır. İddiayı kaybeden soyadından bir harf silecekti. İddiayı Cemal Süreya kaybeder ve “Süreyya” olan soyadını “Süreya” yapar.
Üstat ömrünü boş geçirmemiştir. Dolu dolu 88 yıl yaşamıştır. Sadece şiir değil siyaset adamı da olan Sezai Karakoç 1990 yılında ‘Diriliş Partisi’ni kurar. Ama üst üste 2 seçime girmediği için parti 1997 yılında kapatılır. Yılmayan üstat 2007 yılında Yüce Diriliş Partisi adı ile yeniden partisini kurmuştur. 16 Kasım 2021 yılında vefat edene kadar partisinin genel başkanıydı.

Yeni Journal’da yayımlanan köşe yazıları, yazarların kendi görüşlerini yansıtmaktadır. Yazıların tüm hukuki sorumluluğu yazarlara aittir.