İnsanoğlunun, çevreye verdiği zararı başka hiçbir canlı vermemiştir. İnsanoğlunun dünyaya gelmesi ile başlayan serüven zamanla yine insanoğlu yüzünden kirlenmiş ve hatta bazı canlılar için yok olma tehlikesi meydana gelmiştir. Avcılık ve toplayıcılık ile başlayan insanlık faaliyeti, ilk zamanlardan beri doğadan hep alır ve doğaya katkı sağlamak konusunda ise hep yetersiz kalmıştır. Zamanla da çevre kirliliği artmış ve yapılanlar normal görünmeye başlamıştır. 

Neydi bu çevre kirliliği ve nasıl fark edilebilirdi?

Çevre kirliliği; çevrenin canlı öğelerinin hayat aktivitelerini olumsuz yönde etkileyen, cansız ögelerin üzerinde ise yapısal zararlar meydana getiren ve niteliklerini bozan yabancı maddelerin hava, su ve toprağa yoğun bir şekilde karışması olayına denir.   

Çevreye verilen zararlar, bilinçsizce tüketim ve kullanım, sanayi devrimi ile gelişen fabrikalaşma, ormanlarda yakılan mangallar ve denizlere atılan atıklarla birlikte doğa daha da kirlenmiştir. Ekolojik düzen bozulmuş, iklimler yer değiştirmiş ve dünya yaşanmaz bir boyuta gelmiştir. Dünya için oluşan bu felaketi ancak 19. Yüzyılda fark edip, çevrenin temizliği ve geliştirilmesi için adım atmaya başlayıp, örgütler oluşturup faaliyetlere başlanacaktır.

Yaşanan bu soruna çözüm bulmak için, İsveç’in Stockholm kentinde 1972 yılında düzenlenen ‘Birleşmiş Milletler Çevre Konferansı’nda her yıl 5 Haziran tarihinin, çevrenin korunması konusunda dünya çapında farkındalık yaratılması ve eylemde bulunulması amacıyla kutlanma ve farkındalık günü kararı alınmıştır. Birleşmiş Milletlere üye devletler tarafından kutlanmaya başlanan, tüm dünyaya mal edilen “Çevre Günü”, çevreyi temiz tutmak ve gelecek nesillere daha iyi bir çevre bırakmak için faaliyetler yapılması hedeflenmiştir. Türkiye’de bu karar ile birlikte 5 Haziran’da çevre etkinliklerine yer vermiştir. Bu kapsamda 1978 yılında Türkiye Çevre Sorunları Vakfı, daha sonra Çevre Müsteşarlığı kuruldu. 5 Haziran haftasının ‘Dünya Çevre Haftası’ olarak kutlanmasına karar verildi.

Böyle bir günün var olmasına rağmen sadece o gün veya maksimum o hafta çevre sorunları gündeme gelir, ardından güncelliğini yitirip yine çevreye zarar verilmeye devam edilir. Asıl hedef sadece 1 hafta değil ömrümüz boyunca çevreyi korumak ve geliştirmek olmalıdır.

İslam dininde de çevre temizliğe önem verilmiş, sadece kendimizi değil çevremizi de temiz tutmamız öğütülmüştür. Peygamber Efendimizin hadislerinde de çevre temizliğine önem verildiğini anlarız. Mevlana’nın sözünde de yer verdiği gibi ‘Misafir gelecekmiş gibi evini, ölüm gelecekmiş gibi kalbini temiz tut’. Buradaki ev sadece içerisinde barındığımız ev değil, beraberindeki çevremizi de temiz tutmalıyız. Unutmayın bu çevre gelecek neslin evi olacaktır.

Doğaya karşı bencil ve maganda olmayıp, gelecek nesli düşünerek sahip çıkmalıyız. Bu durum üzerine birkaç öneri vermek gerekse:

Çöplerimizi kesinlikle çevreye atmamalı; cam, plastik ve kâğıt gibi atık maddelerin geri dönüşümünü sağlamalıyız.

Balkonumuzu ve bahçemizi yeşillendirmeli, yeşil alanların artması için ağaç dikmeli, ormanların tahribatını önlemeliyiz.

Evimizde ve bahçemizde ozon tabakasına zarar veren kimyasal maddeler kullanmamalıyız.

Otomobil egzozlarının sebep olduğu etkiyi azaltmak için toplu taşıma araçlarının kullanmaya özen göstermeliyiz.

Hayvan avlanması kontrol edilmeli, tür çeşitliliği korunmaya çalışılmalıdır.

Enerjide yenilenebilir kaynaklar kullanılmalıdır.

Naylon poşet kullanımını azaltmalıyız.

Sanayi bölgelerinde atık su arıtma tesisleri kurmalıyız.

Bu örnekler çoğaltılabilir elbette. Kısaca gelecek nesle yaşanabilir ve nefes alabilecekleri bir çevre bırakmalıyız. Bunun içindir ki herkes üzerine düşen vazifeyi yerine getirmelidir.

Yeni Journal’da yayımlanan köşe yazıları, yazarların kendi görüşlerini yansıtmaktadır. Yazıların tüm hukuki sorumluluğu yazarlara aittir.