Şubat 2020’de Katar’ın başkenti Doha’da yapılan görüşmeler ve varılan mutabakatlar sonucu yeni ‘’Afganistan’’ hikayesinin kaderine karar verilmişti. Amerikan kuvvetlerinin Afganistan’dan çekiliyor olması, nesnel manada Afganistan meselesini tek başına Taliban meselesine indirgemek anlamına geliyor. Belki de istenilen buydu.

Bana kalırsa ABD, Afganistan meselesini Taliban meselesine dönüştürmeden, geri çekilmenin meşru koşullarına kavuşamazdı. Bu dönüşüm iki elverişli durum yaratıyor. Birincisi, artık bir üniter devlet ve dolayısıyla bir ulus inşa sürecine son vermek, ikincisi ise Afganistan sorunu yerine lokal bir düşük yoğunluklu terör ile mücadele siyasetine ulaşmak.​ Nitekim, geri çekilme sürecinde Kabil Havaalanı’nda yaşanılan terör saldırısı, yeni ‘’Taliban’’ meselesinin ip uçlarını gösteriyor. Saldırı medyada kendine şöyle yer buldu;

‘’Afganistan'da Taliban'ın kontrolü ele geçirmesinin ardından tahliyeler sürerken, Kabil Havalimanı'nın çok yakınında çifte patlama meydana geldi. İlerleyen saatlerde ise başkent Kabil'de üçüncü bir patlama gerçekleşti. Görgü tanıkları başkentte toplamda altı patlama meydana geldiğini aktardı.​ ABD Merkez Kuvvetler (CENTCOM) Sözcüsü Albay Bill Urban, Kabil Havalimanı'ndaki saldırıda ölen Amerikan askeri sayısının 13 olduğunu açıkladı. Urban, yaralı sayısının 18'e çıktığını ve yaralıların cerrahi birimlerle donatılmış özel bir C-17 tahliye uçağı ile Afganistan'dan çıkarıldığını kaydetti.​ İki yetkili ise saldırıda yaşamını yitiren Afgan sayısının 169 olduğunu ve bu sayının artabileceğini belirtti. Aynı yetkililer, parçalara ayrılmış cesetlerin olduğunu ve kimlik belirleme çalışmalarının da sürdüğünü kaydederek ölü sayısının artmasının muhtemel olduğunu kaydetti.’’​

Bu saldırının gerçekleştiği an geri çekilme sürecinin en hızlandığı andı. G7 Zirvesinde Biden, ‘’31 Ağustos'a kadar, Afganistan’da bütün askeri kuvvetlerimizi çekeceğiz ‘’demişti. NATO zirvesinde aynı karar bir kez daha tekrarlanmıştı ve 2015’den bu yana ‘’çerçeve ülke’’ statüsünde Kabil Havalimanı’nın güvenliğinden sorumlu olan Türkiye, Milli Savunma Bakanı’nın ağzından askeri tahliye etme kararını duyurmuştu.​

Kısacası, Kabil Havalimanı’nın bütünüyle Taliban yönetimine geçmesini sağlayan koşullar, bir bir olgunlaşırken, İçlerinde Amerikan askeri ve Taliban militanlarının olduğu çok kanlı bir saldırı gerçekleşiyordu. İşin belki de en ironik yanı, bu saldırıyı IŞİD’in üstlenmesiydi.​

Doha’da Amerikan kuvvetlerinin çekilme kararı imzalanırken, bu tablonun ön görülmediğini söylemek sadece saflık olmaz, bu öngörüsüzlük, ABD stratejilerini hafife almak anlamına da gelir. ABD’nin Afganistan’dan çekilmesi, her şeyden önce, çekilme gününe kadar korunmuş olan statükonun çökmesi demektir. Çöken statükonun ardından ayakta Taliban’dan başka bir gücün de kalmayacağı biliniyordu.​

Aslında bu çekilme Taliban’ı sıcak bir patates olarak dünyanın avuçlarına bırakmaktan başka bir şey ifade etmiyor. Etmez de çünkü Taliban devlet aparatını bir dini tarikata dönüştürmeye aday. Çünkü, Taliban modernlik ve modernizm karşıtlığından beslenen bir yapılanma. Bu kan uyuşmazlığı, tıpkı İran meselesinde olduğu gibi, dünyaya sorun taşımaktan başka bir hikâye ile sonuçlanmaz. ABD bu durumu gördü ve Afganistan meselesini kendince düşük yoğunluklu bir terör meselesine indirgeyerek, o büyük maliyetlerden yakasını kurtardı. Özcesi, çekilme öncesi Afganistan sadece bir ABD meselesiyken, şimdi bütün dünyanın meselesi oldu.​

Yeni Journal’da yayımlanan köşe yazıları, yazarların kendi görüşlerini yansıtmaktadır. Yazıların tüm hukuki sorumluluğu yazarlara aittir.