Her gün bilinçli bilinçsiz ya da öğrenilmiş haliyle kendiliğinden binlerce tercih ve seçimlerde bulunuruz. Ne yiyeceğimizden ne giyeceğimizden oradan kimlerle buluşup ne konuşacağımıza varan, uzun bir listedir aslında yapıp ettiklerimizden geriye kalan. Elbette kimi tercih ve seçimler sabun köpüğü gibidir hiç iz bırakmadan, hayatımızın içinden akar giderler. Ama kim tercih ve seçimler o kadar kolay yakamızı bırakmazlar, deyim uygunsa ömrümüzün sonuna kadar hayatımız üstünde etki etmeye devam ederler. Psikologlara göre biz hayatımız boyunca üç önemli karar veririz. Birincisi işimizi seçmektir. İkincisi eşimizi seçmek ve sonuncusu da nerede yaşayacağımızı seçmektir. Bu üç önemli karar, tercih ya da seçim, bizim hem hayatımızı belirliyor hem de hayat içindeki pratiğimizi belirliyor.

Soru şudur; biz bunca tercih seçim ve kararları neye göre veririz?  Bu tercihlerin önemlice bölümü bizim gerçek kararımız mı yoksa, el alemi memnun etmek için, onları tercih standartlarına uygun olarak mı alıp veririz? Soruyu daha basit şekilde sorayım; hayatımıza dair karar alırken, omuzlarımızın üstündeki kendi zihin ve beyin kapasitemizi mi temel alırız yoksa zihnimizdeki el alem mi belirleyici oluyor? Sözün kısa iki omuzumuzun üstündeki kafamız mı belirleyici oluyor yoksa el alem ne der endişesi mi? Sorunun cevabı bizim birey olup olmadığımızın yanıtını da belirler. Eğer birey isek, kararlarımız, tercihlerimiz ve seçimlerimiz bize aittir. Eğer değilsek, zihnimiz de bizden başka herkes cirit atıyor demektir.

Daha önce de bu sayfalarda ifade etmiştir. İş seçimi gerçek manada kim olduğumuzu bize ve herkese söyleyen, ifade eden önemli bir kriter ve tercihtir. Çünkü bir insanı tanımanın yolu ‘’onun hayat tecrübesini bilmektir’’ deyişiyle birlikte esas olarak ‘’o insanın hayatını nasıl kazandığını’’ bilmektir. Çünkü iş hayatla kurulan hakiki bir bağdır ve o oradaki tutumlar esas olarak karakter ve kişiliğimizin gerçek göstergeleridir. Yaşayacağımız yer ve eş seçimi de çok önemli ve hayat belirleyen tercihlerdir. Bu seçimlerde de karakter ve kişiliğimizin temel ölçütleri belirleyici oluyor ve biz yapılan bu seçimleri de dikkate alarak birbirimize ilişkin doğru hükümlere varabiliriz.

Yukardaki üç seçim de varoluşumuzu temellendirmek için yaptığımız seçimlerdir. Tam da bu nokta da demokrat olup olmadığımızı belirleyen temel bir kriter çıkar ortaya. O da şudur; kendi seçim ve tercihlerimizi herkesin seçim ve tercihi haline getirip getirmediğimiz gerçeğidir. Eğer kendi seçimlerimizi biricik, nadide ve tek hakiki seçimler olarak görüyor ve bunu vaaz edip herkese bir tür dayatma olarak sunuyorsak, işte orada demokratlığımız son bulur.

Kavram olarak tercih ve seçimlerimizi tanımlamak kolay ama bu tanımlamanın içeriğini temellendirmek oldukça güçtür. Seçim ya da tercih bize ait olmasına rağmen bunu gerekçelendirmek güç olduğu için, onu bir başkasına empoze etmek, sırf bu zorluk nedeniyle kabul edilemez. Temelini kökeninin biz bilmiyorsak, bunu bir başkasına nasıl önerebiliriz? Bir başkasını böyle bir tercihe nasıl zorlayabiliriz? Tanımlamak kolaydır. Neden? Çünkü belirli bir zaman diliminde ve belirli bir mekan da sahnelenen etkinliklere tanıklık ettiğimizde, ona dair belli bir fikir ediniriz. Gözlerimizin önünde olup bitenler zihnimizde iz bırakır. Kendimizce bazı çıkarımlarda bulunuruz. Ve hiç kuşku yok ki, söz konusu çıkarımlar, daha önce o etkinliğe dair neler bildiğimize bağlı olarak sonuçlar üretir. O an gördüğümüz her şey, daha önce gördüklerimize eklemlenir. Eğer, zihnimizde o olguya dair bütünsel bir bağlam yoksa gördüklerimiz zihnimizde bir keyfiyete yol açar. Peki ya, o olguya dair zihnimizde var olan bağlam, bütünü değil de parçayı esas alıyorsa; düşünsel evrimimiz daha karmaşık bir hal alır. Şunu söylemeye çalışıyorum, gördüğümüz şey ile olan şey arasındaki doğal ilişki, olan şey hakkında ne kadar bütünsel bir bakış açısına sahip olduğumuz ile ilgilidir. Gördüklerimizden hareketle o şeyi kendimizce tanımlarız.

Gelecek hafta siyasi tercihlerimizin nedenlerine ve sonuçlarına dair bir başka yazıyla karşınızda olacağım.