SIRA KİMDE?

İsrail son yıllarda uluslararası hukuku, Birleşmiş Milletler kararlarını ve insan haklarını hiçe sayarak, bölge ülkelerine karşı pervasız saldırılarını artırmış durumda.

Son olarak Hamas üyelerinin bulunduğu Katar’ın kalbine yönelik yapılan saldırı, artık olayların sadece Filistin ile sınırlı kalmadığını, tüm bölgeyi tehdit eden daha geniş kapsamlı bir işgal zihniyetinin yürürlükte olduğunu açıkça göstermektedir. İsrail daha önce de İran, Suriye, Lübnan, Irak, Yemen gibi ülkelere saldırılarda bulundu. Şimdi ise bir başka ülke olan Katar, doğrudan hedef alınmış durumda. Peki şimdi soralım: Sıra kimde?

Ortada çok açık bir tablo var: İsrail, “güç bende, dilediğimi yaparım” anlayışıyla hareket ediyor. Uluslararası kamuoyunun ve özellikle Arap ve İslam dünyasının sessizliği, bu saldırganlığı daha da cesaretlendiriyor.

Sadece kınama mesajlarıyla, tweetlerle, diplomatik ifadelerle bu işlerin üstesinden gelinemez. Her saldırının ardından “derin endişe duyuyoruz”, “şiddetle kınıyoruz” açıklamaları yapılıyor. Ama İsrail bu açıklamaları hiç dikkate almıyor çünkü biliyor ki ardı arkası gelmeyecek. Çünkü biliyor ki ne siyasi, ne ekonomik, ne de askeri anlamda bir karşılıkla karşılaşmayacak.

İslam dünyasında, özellikle de Arap ülkelerinde bu kadar korku, bu kadar çekingenlik niye? İsrail’e dur diyemeyecek kadar mı zayıflar, yoksa bazıları işgali perde arkasından destekliyor mu?

Bugün İsrail’e karşı en net, en sert, en cesur tavrı koyan ülke Türkiye’dir. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Filistin için gösterdiği dirayetli duruş, Gazze’ye gönderilen yardımlar, uluslararası platformlarda verilen mücadele, İsrail’in korkulu rüyası haline gelmiştir.

Ancak bu duruş tek başına yeterli değildir. Türkiye gibi birkaç ülke ne kadar çabalarsa çabalasın, İslam dünyasının tamamı omuz omuza verip bu zulme karşı çıkmadıkça, İsrail’in işgal haritası genişlemeye devam edecektir.

Bugün Batı medyası ve siyaseti, İsrail’in saldırılarını ya görmezden geliyor ya da “meşru müdafaa” kılıfıyla meşrulaştırıyor. Oysa ortada bir orantısız güç kullanımı, sivil yerleşimlere saldırılar, çocukların, kadınların, yaşlıların hedef alınması gibi savaş suçu kapsamına giren çok sayıda ihlal var.

Bu çifte standart artık tahammül edilemez bir noktaya geldi. Ukrayna’ya saldırıldığında ayağa kalkan Batı dünyası, Gazze bombalanırken sessizliğe gömülüyor. Bu iki yüzlü tutum, mazlum coğrafyaların artık kendi göbeğini kendisinin kesmesi gerektiğini bir kez daha gözler önüne seriyor.

Bugün susanlar, yarın sıranın kendilerine geleceğini fark etmedikleri için değil, kendi çıkarlarını ümmetin, insanlığın önüne koydukları için susuyorlar. Bu vebalin altından ne liderler ne yönetimler ne de sessiz kalan halklar kalkabilir.

İslam dünyası ya ortak bir duruş sergileyecek, siyasi, diplomatik ve ekonomik olarak bir birlik oluşturacak ya da sırayla yok edilmeye mahkum olacak.

Unutulmamalı ki: “Zulme rıza, zulüm kadar suçtur.” Tarih, bu dönemin sessizlerini affetmeyecek ama ses verenleri, bedel ödeyenleri ve zalime karşı duranları altın harflerle yazacak.

Bugünkü bu yazım, zalimin karşısında susanların safını ve mazlumun yanında duranların onurunu hatırlatmak içindir.