Çınar Ayser ÇINAR / Pazartesi Söyleşileri’ne bu hafta konuk olan Demokrasi ve Atılım (DEVA) Partisi Kurucular Kurulu Üyesi Evrim Rızvanoğlu ile orman yangınları başta olmak üzere gündemdeki konuları konuştuk.

Dünya genelinde yaşanan iklim krizine dikkat çeken Rızvanoğlu, ‘’İklim kriziyle ilgili Paris Anlaşması'nı onaylamak ve uygulamak gibi ortak tedbirleri ivedilikle ele almazsak ne yazık ki önümüzdeki yıllarda daha fazla sayıda ve şiddette orman yangınıyla ve hatta seller, kuraklık, gıda krizi gibi afetlerle karşılaşabiliriz’’ ifadelerini kullandı.

‘’Son yangınlar gösterdi ki Orman ve Tarım Bakanlığı envanterinde tek bir tane yangın söndürme uçağı dahi yok, böyle bir durumda yardım teklifini geri çevirmenin akla ve mantığa uygun bir açıklaması olamaz’’ diyen Evrim Rızvanoğlu, sözlerine şöyle devam etti:

‘’Zor zamanlarda birlikte hareket etmek gerekir. Böylelikle çözüm daha kolay olur. Yardım gönderen bütün ülkelere şükranlarımı sunuyorum. Popülist söylemlerin ve eylemlerin artık günümüz dünyasında yeri yok. Yalnız kalırsınız.’’

Türkiye'de pek çok noktada aynı anda başlayan ve henüz tamamen kontrol altına alınamayan orman yangınlarıyla mücadele devam ediyor. Çıkan yangınlarda ne kadarlık bir alanın zarar gördüğü ise henüz net olarak bilinmiyor. Yangının büyümesiyle birlikte hükümetin ‘’krizi iyi yönetemediği’’ yönünde tartışmalar başladı. Sizce yangına ilk müdahalede geç mi kalındı?

Evet ne yazık ki bugün artık net bir şekilde söyleyebiliriz ki hükümet yangınlara müdahalede hazırlıksız olduğundan dolayı çok geç kaldı. Çam ormanlarının yaygın olduğu bölgelerdeki orman yangınları özelinde ufak gibi görünen bir yangının kozalakların çevreye sıçraması sonucu ve tabii rüzgârın da etkisiyle dakikalar içinde çok geniş alanlara yayılması, tıpkı sel gibi önüne kattığı ağaçları yakıt olarak kullanıp büyümesi durumu mevcut. Tabii orman yangınlarının olası sebepleri, gelişim süreçleri ve bir afete dönüştüğü zaman yapılması gerekenler, bunlar işin uzmanları için hiç de sürpriz durumlar değil. En azından 22.7 milyon hektar orman varlığına ve 51,5 milyar TL bütçe ayrılan bir Orman ve Tarım Bakanlığı'na sahip olan bir ülke için sürpriz beklemeyiz. Mevsim sıcaklıklarının rekor seviyelerde yaşandığı bir yaz mevsiminde orman yangınlarının önce afete, sonrasında krize dönüşmesi hükümetin böyle durumlarda yeterli hazırlığının bulunmadığını göstermektedir.

KRİZ YÖNETİMİ LİYAKATLİ KADROLAR İSTER

Bugün Orman ve Tarım Bakanlığı'nın kendi envanterinde yeterli sayıda yangın söndürme uçağı ve takviye amaçlı yine yeterli sayıda helikopteri bulunsaydı, başlarda ufak olan yangınlara erken ve etkili müdahale edilebilir, hem manevi hem de maddi kayıp bu boyutlarda yaşanmazdı. Ne yazık ki yangın noktalarına varacak olan destek yetersiz kaldığı için her noktaya anlık müdahale edilemedi. Küresel ısınmanın yıkıcı etkileriyle birlikte bugün dünyanın dört bir yanında yaşanan çok sayıda afet varken, Türkiye'de afetler neden krize dönüşüyor? Önceden risklerin belirlenmesi, tedbirlerin alınması ve senaryo dahilinde önleyici afet yönetimi neden yapılamıyor bunları konuşmamız gerekir. Kriz yönetimi liyakatli kadrolar ister, stratejik akıl, istişare ve planlama ister. Bunlara sahip bir yönetim anlayışınız yoksa en ufak bir kriz bile çığ olur. Normal zamanlarda yönetmek marifet değildir, asıl olağandışı durumlarda ve felaket anlarında gösterdiğiniz kriz yönetimidir. Tabii olan yine yurttaşlarımıza oluyor.
 

Yangın söndürme uçaklarının yetersiz olması günlerdir eleştirilen konular arasında. Muhalefet partileri iktidarın bu konuda ‘’sınıfta kaldığını’’ söylüyor. CHP’li belediyeler, THK uçaklarını aktif hale getirmek için hazır olduklarını duyurdular. Deva Partisi olarak sizin bu konuda bir öneriniz oldu mu?

Cumhurbaşkanlığına ait en büyük uçak ile 50 adet yangın söndürme uçağı alınabilirken bu durumda olmamız çok üzücü. Bildiğiniz gibi orman yangınlarının eşzamanlı olarak çok sayıda noktaya yayılmasıyla birlikte hükümet Rusya, Ukrayna gibi ülkelerden yangın söndürme uçağı kiralamak zorunda kaldı. Kiralama için ödenen fahiş meblağlar ve uçakların Türkiye'ye intikaline kadar geçen süre de işin cabası. Bunlar hep afet yönetimi daha doğrusu yönetimsizliği çerçevesinde eleştirilebilecek ciddi hatalar. Bu esnada ortaya çıktı ki aslında Türkiye Cumhuriyeti sınırları içerisinde atıl yangın söndürme uçakları var, emekliye ayrılmaları tavsiye edilen pilotlar, yangınlar çıktığı andan itibaren 4-5 gün içerisinde bu uçakları uçurabileceklerini söylediler.

TEDBİRDEN TASARRUF OLMAZ

İşte bu noktada CHP’li belediyeler uçakların aktif hale getirilmesi ve bir an önce devam eden yangınları söndürmek için kullanılmasında gerekli olan maddiyatı karşılayabileceklerini açıkladılar. Ancak asıl sorun orman yangınlarını önlemekle görevli Tarım ve Orman Bakanlığı’nın yıllarca yararlandıkları Türk Hava Kurumu uçaklarının emre amade halde tutulmasını güvence altına almamış olması. Eğer bu mümkün ve fizibıl görünmüyorsa aynı görevi ifa edecek bir filoyu göreve hazır bekletmemiş olmasıdır. Bugün olağanüstü şartlarda temin edilen bir uçağın 1 haftalık kiralama gideri ile THK’nı 8 uçağının bakımı sağlanmış olabilirdi. Genel Başkanımız Sayın Ali Babacan’ın belirttiği gibi, tedbirden tasarruf olmaz. Her konuda olduğu gibi bu sorun da sahipsizlik, liyakatsizlik ve ciddiyetsizlik yüzünden kangren hale getirilmiştir.

EKSİK VE YANLIŞLARI KORKUSUZCA DİLE GETİRDİK

Teşkilatlanma çalışmalarına devam eden yeni bir siyasi parti olarak DEVA Partisi de bu süreçte iktidarın eksik ve yanlışlarını korkusuzca dile getirmiştir. Genel Başkanımız Sayın Ali Babacan'la birlikte 1 Ağustos tarihinde Manavgat’a ziyaret gerçekleştirdik, yangından etkilenen köylerin, köylülerin durumunu gördük, acılarını sıcağı sıcağına paylaşma gayretini gösterdik. Bununla birlikte yangınların ilk gününden itibaren Doğa ve Çevre Politikaları, Yerel Yönetimler ve Şehircilik, Hukuk Politikaları Başkanlıklarımız acil toplanarak afet yönetimi kapsamında derhal yapılması gerekenleri basın bülteniyle birlikte kamuoyuyla paylaştık. Yangınların yaşandığı komşu il ve ilçe başkanlarımız, yönetim kurulları ve gönüllü DEVA’lılar ile birlikte sahada bulunup, yangından etkilenen insanların anlık ihtiyaçları için mütevazi imkanlarımız çerçevesinde seferber olmuşlardır.


 

Çıkan yangınların doğal sebepler veya iklim krizinden dolayı değil de ‘’kundaklama’’ sonucu çıktığı yönünde bazı iddialar ortaya atıldı. Özellikle de sosyal medyada bununla ilgili çok sayıda paylaşım yapıldı. Siz bu konuda ne düşünüyorsunuz?

Öncelikle insanlık olarak artık hepimizin kabul etmesi gereken iklim krizi veya küresel ısınma gibi bir gerçekliğimiz var. Bu konu kafamızın bir yerinde hep kalmak zorunda. Buna göre küresel ısınmayla birlikte ormanlarda doğal olarak gerçekleşen yangınların hem sayıları hem de şiddetlerinde bir artış söz konusu. İklim kriziyle ilgili mesela Paris Anlaşması'nı onaylamak ve uygulamak gibi ortak tedbirleri ivedilikle ele almazsak ne yazık ki önümüzdeki yıllarda daha fazla sayıda ve şiddette orman yangınıyla ve hatta seller, kuraklık, gıda krizi gibi afetlerle karşılaşabiliriz.

SÜRECİN TAKİPÇİSİ OLACAĞIZ

Kundaklama konusu bir iddia olduğu için kesin bir söylemde bulunmamız mümkün olmaz. Eğer ki böyle bir durum söz konusu ise adli makamlar gereğini yapacaktır. Tekraren söyleyelim, bu yangınların sebepleri kesinlikle titizlikle araştırılmalı ve şeffaf bir şekilde kamuoyuyla paylaşılmalıdır. Bizler de sürecin takipçisi olacağız. Hukukun olmadığı ya da eksik olduğu yerlerde insanlar kendi hukukunu uygulamaya koyar ve bunun sonucu vahim olabilir.

Yangınlar devam ederken yürürlüğe giren Turizmi Teşvik Kanunu'nda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun, yanan ormanlık alanlara turizm tesisleri yapılacağı endişesine yol açtı. Hatta küle dönmüş bazı alanların daha şimdiden bazı emlak sitelerinde ‘’imara açılacak’’ ibaresiyle satışa çıkarıldığı iddia edildi. Bunun için endişelenmeli miyiz?

Türkiye'nin sahip olduğu iklim şartları altında çok daha büyük bir yüzdesi orman alanı olabilecekken bugün bu oran %27-28 civarındadır. Karşılaştırma için örnek vermek gerekirse, Kanada'da bu oran %49, Brezilya'da %56, yakın coğrafyamızda Gürcistan'da mesela %41. Orman varlığı bakımından en zengin illerimiz; Antalya, Mersin, Muğla ve Karadeniz. Bu alanlar Türkiye'nin oksijen depoları olarak bilinmektedir. Dolayısıyla yanan ormanlarımız imara açılırsa, yeniden ekolojik sisteme dahil edilmek yerine inşaat ve betonla kaplanırsa kesinlikle endişelenmeliyiz. Her şeyden önce, nesiller arası adaleti sağlayabilmek için, çocuklarımıza rahat nefes alabilecekleri doğasıyla, ekonomisiyle, insani değerleriyle canlı ve sürdürülebilir bir ülke bırakmakla yükümlüyüz.

YANAN ALANLARIN İMARA AÇILMASINA İZİN VERMEYECEĞİZ

Bir orman ekosistemi aslında gözümüzle gördüğümüz yeşilden çok daha fazlasını içermektedir. Mesela son orman yangınlarıyla birlikte özellikle Muğla bölgesinde arılar da etkilendi, ya telef oldular ya da düzenleri bozuldu. Hâlbuki gıda döngüsünün sürdürülebilmesi için arılara çok büyük ve biricik görevler düşüyor, o kadar önemliler ki yeryüzünde arıların yok olması demek 4-5 yıl sonra insanlığın da yok olması demek. Dolayısıyla ormanlara karmaşık, kendi içinde organize ve hatta sihirli bir ekosistem olduklarını iyice kavrayarak, çok büyük değer atfederek yaklaşmalıyız. Her alanı imara açarsanız hem nefesimizi kaybetmiş oluruz hem de doğanın yapısını bozmuş oluruz. Anayasamıza göre ormanlık alanlarımızın tümü koruma altındadır, sadece ve sadece orman olarak kalmaları gerekir. Yanan ormanlarımızın imara açılması durumda mevcut hükümetin her noktada karşılarında duracağımızdan kimsenin şüphesi olmasın.

BAKANLIĞIN ENVANTERİNDE TEK BİR UÇAK YOK

Başta Rusya ve Azerbaycan olmak üzere Türkiye’ye birçok ülkeden yangınla mücadele için destek geldi. Bazı yardımları kabul ettik, bazılarını ise etmedik. Örneğin Yunanistan hükümeti yangınlar için uçak göndermeye hazır olduğunu ancak Türkiye’den olumlu bir yanıt alamadığını açıklamıştı. Hükümetin böyle bir kriz anında gelen yardım teklifini reddetmesini nasıl yorumluyorsunuz?

Gönül isterdi ki yeterli ve yetkin bir milli yangın söndürme filomuz olsun ve dışarıdan hiçbir yardıma ihtiyaç olmadan kendi öz gücümüzle bu yangınların tümünü en kısa zamanda söndürelim fakat gerçekler böyle değildi. Son yangınlar gösterdi ki Orman ve Tarım Bakanlığı envanterinde tek bir tane yangın söndürme uçağı dahi yok, böyle bir durumda yardım teklifini geri çevirmenin akla ve mantığa uygun bir açıklaması olamaz. Küresel afet durumlarında ülkeler işbirliği yapar, öncelikle kendi ulusal çıkarlarını koruyarak diğer ülkelere yardım gönderebilir, dünyadaki bu işbirliği örneklerini mesela Avustralya'daki orman yangınlarında da gördük. Hatırlarsanız 1999 yılında yaşadığımız deprem felaketinde de komşu ülkelerin yardımlarıyla birçok can kurtarıldı. Bizim resmi ve sivil kurtarma ekiplerimiz de özellikle de Kızılay, dünyanın neresinde bir felaket yaşansa en hırlı şekilde sahaya intikal ediyor ve etkili bir çalışma yürütüyor.

POPÜLİST SÖYLEMLERİN GÜNÜMÜZ DÜNYASINDA YERİ YOK

7 Ağustos 1999 depreminde ülkemize ilk yardım gönderenler arasında Yunanistan vardı. Komşuluk bunu gerektirir. 1999 yılında 'yardım istedik, istemedik, yardım isteyenler ülkemizi aciz gösteriyor' gibi söylemlerin hiçbirini duymadık. Geldiğimiz noktada ne yazık ki mevcut iktidar her türlü fay hattını kutuplaştırmak ve ayrıştırmak için kullanmayı sürdürüyor ve bu hataların yükünü de yurttaşlarımız yüklenmek durumunda kalıyor. Zor zamanlarda birlikte hareket etmek gerekir. Böylelikle çözüm daha kolay olur. Yardım gönderen bütün ülkelere şükranlarımı sunuyorum. Popülist söylemlerin ve eylemlerin artık günümüz dünyasında yeri yok. Yalnız kalırsınız. Vizyoner bakış açıları elde etmeniz gerekmektedir. Bu hususlar ikili ilişkilerde son derece önemlidir. Nitekim dış politikanın resmi dili diplomasidir ve ona göre hareket etmeniz beklenir. Mevcut hükümetin bu tavrına hiç şaşırmadım. Popülist yönetim anlayışı olan iktidardan diplomatik bakış açısı beklememiz çok da mümkün görünmüyor.

İNSANLARIN AİDİYET DUYGULARINDA AĞIR TAHRİBATLAR OLUŞTU

Geçtiğimiz hafta DEVA Partisi Doğa Hakları ve Çevre Politikaları Başkanlığı görevine getirildiniz. Parti yönetimi olarak aktif bir şekilde bölgede bulundunuz ve yaşanan drama bizzat tanıklık ettiniz. Tüm dünya iklim kriziyle mücadele ederken Deva Partisi, doğa ve çevre konusunda nasıl bir politika izleyecek?

DEVA Partisi olarak politikamız açık ve net. Her noktada ülkemizin ve yurttaşlarımızın yanındayız. Saha ziyaretlerinde gördük ki insanlar yardım beklemiş fakat gelmemiş. Devlet yanımızda değildi diyorlar. Bu tarz durumlar insanların aidiyet duygularında ağır tahribatlar bırakır. Hepimizin içi yandı bu süreçte. Her ülke gibi bizim ülkemizde iklim kriziyle mücadele ediyor, edecek. Daha yaşanılabilir doğa ve çevre hepimizin hakkıdır. Politika Başkanlığımız olarak izleyeceğimiz rotayı şu şekilde sıralayabiliriz:

• Vatandaşlarımızın sağlık ve refahının çevre ile ilgili risklere karşı korunması için, kirliliğin önlenmesi ve doğal kaynakların ekolojik dengeye zarar vermeyecek biçimde kullanılması temel hedefimiz.

• İnsan sağlığı ve refahı için temiz bir çevrenin şart olduğu bilinciyle, çevreye yapılan her yatırımı insan sağlığını koruma bakımından önemli görüyoruz.

• Çevreyle ilgili kurumların güçlendirildiği, ilgili paydaşları süreçlere dahil eden, işbirliğini esas alan, kaynak verimliliğine dayalı, koruma kullanma dengesini gözeten, fosil yakıtlara dayalı kahverengi ekonomiden yenilenebilir enerji kaynaklarına dayalı yeşil bir ekonomiye geçişi öngören, kapsayıcı ve sürdürülebilir bir çevre politikası hedefliyoruz.

• Okul öncesi eğitimden başlayarak, bireylere pratik alışkanlıkları oluşturmayı hedefleyen güçlü bir çevre eğitimi bilinci verilmesini sağlayacağız.

• Başta enerji olmak üzere, sanayi, tarım, ulaştırma gibi diğer politika alanlarını çevre ile daha uyumlu hale getireceğiz.

• Sanayide çevre dostu teknolojilerin kullanılmasını destekleyecek; yenilenebilir ve temiz enerji potansiyelimizi en üst seviyeye çıkaracağız.

• Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi, Paris Anlaşması, Avrupa Birliği Çevre Programları ve taraf olduğumuz diğer uluslararası anlaşma ve sözleşmeleri yakından takip edeceğiz. Türkiye’nin, uluslararası iklim değişikliği platformlarında daha aktif rol oynamasını ve sorumluluklarıyla orantılı şekilde yükümlülük almasını sağlayacağız.

• Çevreye ilişkin politikalar, planlar ve projeler belirlenirken; kamu kurumları, özel sektör temsilcileri ve sivil toplum örgütlerini sürece dahil edecek, farkındalık kampanyalarıyla halkımızın bilinçlendirilmesini ve bilgiye erişimini sağlayacağız.