Çınar Ayser ÇINAR / Pazartesi Söyleşileri’ne bu hafta konuk olan DEVA Partisi Kültür ve Sanat Politikaları Genel Başkan Yardımcısı Helun Fırat, siyasete girme nedenini şu sözlerle açıkladı:

‘’Babamı rol model aldığım yadsınamaz bir şey ama galiba siyaseti seçme sebebim biraz daha derinlere gidiyor. Neredeyse birinci Meclis’ten beri siyasetin içerisinde olan bir aileden geliyorum. Evimizde, hayatımızda her zaman siyaset oldu. Ancak böyle bir yolu seçip seçmeyeceğim çok belli değildi. Son süreçte maalesef Türkiye’nin içinde bulunduğu koşullar beni bu yola itti.’’

Kürt meselesinin yeniden tartışılmasını ‘’geç ve faydalı bulduğunu’’ söyleyen Helun Fırat, ‘’Türkiye demokrasinin ne kadar değerli olduğunu fark etti ve ortak bir zeminde çözüme ulaşmaya çalışmak elbette önemli ama bu burada kalmamalı. Seçimler sonrasında da bu hususta neler yapılması gerektiği genişletilerek tartışılmalı’’ ifadelerini kullandı.

Fırat, sanattan siyasete birçok konuya dair Yeni Journal’ın sorularını yanıtladı…

BABAM BENİM İÇİN ROL MODELDİ

Kürt bir baba ve Alman bir annenin kızı olarak dünyaya geldiniz. Babanız merhum Dengir Mir Mehmet Fırat, siyasetin saygın isimlerinden biriydi. Siyasete atılmanızda babanızın etkisi oldu mu? Nasıl karar verdiniz?

Babamı rol model aldığım yadsınamaz bir şey. Siyasetçi için değil, bir kız çocuğu için baba her zaman rol model olur. Bu anlamda kendimi de şanslı hissediyorum. Ama galiba siyaseti seçme sebebim biraz daha derinlere gidiyor. Neredeyse birinci Meclis’ten beri siyasetin içerisinde olan bir aileden geliyorum. Evimizde, hayatımızda her zaman siyaset oldu. Dolayısıyla siyaset hayatımızın kopmaz bir parçası. Ancak böyle bir yolu seçip seçmeyeceğim çok belli değildi. Son süreçte maalesef Türkiye’nin içinde bulunduğu koşullar beni bu yola itti. Yaklaşık 14 yıldır Mardin’de bir film festivalinin hem kurucusu hem de yöneticisiyim. Aynı zamanda Ankara’daki bir kültür kurumunun da hem kurucusu hem de yöneticisi oldum. Ben kültür sanat alanına çok inanan biriyim. Toplumsal değişim anlamında çok büyük etkileri olan bir alan. Ama maalesef bugün Türkiye’nin gelmiş olduğu noktada kültür sanat bile birtakım şeyleri değiştirmeye yetmiyor. İfade özgürlüğünün olmadığı, demokrasinin olmadığı bir alanda kültür sanatın da kendini ifade etmesi pek mümkün değil. Dolayısıyla bazen bu değişimlerin daha hızlı olması gerektiği görüşündeyim ve en hızlı değiştirebilen alanlardan biri de siyaset! Bu nedenle inandığım bir siyasetçiyle beraber DEVA Partisi’nin içinde olmayı tercih ettim.

SİYASETTE YENİ BİR ÜSLUBA İHTİYAÇ VARDI

DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan ile yollarınız nasıl kesişti?

DEVA Partisi çok iddialı bir programla siyaset hayatına girdi. Deneyimli bir babanın kızı olarak her zaman şunu söylüyorum; bir vatandaş olarak haklarımızın teminatı anayasa ise, bir siyasi partinin de yörüngesinin sigortası ve beyanı programıdır. DEVA Partisi’nin programı alanında uzman yaklaşık 300 kişiyle yazıldı. Ben de kültür sanat alanında katkıda bulundum. Bu süreçte konuşmalarımız, paylaşımlarımız oluyordu. Daha sonra Genel Başkan’ın davetiyle ben de bu hareketin içerisinde yer almaya karar verdim. Çünkü hem Genel Başkanı’nın kişiliği hem de bugüne kadar yapmış olduğu başarıları biliyorum. Ayrıca siyasette yeni bir üslup, farklı bir duruşa ihtiyaç vardı, Sayın Babacan da bu anlamda bunun karşılığıydı. Bu nedenle karar vermem hiç de zor olmadı.

DEMOKRASİNİN NE KADAR DEĞERLİ OLDUĞUNU FARK EDİLDİ

Bugünlerde Türkiye’de en çok konuşulan konulardan biri malumunuz Kürt Meselesi…Muhalefet sorunun çözümü biz de derken, iktidar ortada böyle bir sorunun olmadığını söylüyor. Kürt bir siyasetçi olarak siz bu tartışmalarını nasıl yorumluyorsunuz?

Bu o kadar derin bir mesele ki biraz önce de bahsettik, belki Cumhuriyet tarihinin en uzun konuşulan konularından bir tanesi. Ayrıca Kürt sorunu diye adlandırdığınızda farklı çağrışımları var, sanki bu mesele Kürtlerin sorunuymuş gibi ya da Kürtler sorunmuş gibi lanse ediliyor. Maalesef siyaset literatüründe bu kavram bu şekilde oturdu. Ben bu sürecin yeniden açılmasını geç bile buluyorum ama faydalı da buluyorum çünkü biraz önce de belirttim gibi; bu Türkiye’de demokrasinin en büyük problemlerinden bir tanesi sadece. Bu Kürtlerin problemi değil, tüm Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının sorunu çünkü demokrasiyle ilgili bir sorun var. Ben bunu şöyle nitelendiriyorum; siz ülke içerisinde bir ‘’öteki sepeti’’ oluşturursanız demokrasiyi tehdit altında bırakırsınız. Bu ‘’öteki sepeti’’ de çoğunluk olarak Kürtlerle açık tutuldu. Ama bugün görüyoruz ki bu ötekilerin içine aslında bir sürü insan itilmeye de başlandı. Sadece Kürtler değil, yerli ve milli olmayan, farklı tercihleri olan insanlar da artık kendini bu sepetin içerisinde görüyorlar. Ve bu öyle bir sepet ki, kim iktidara gelirse, orada açık, mevcut bir delik varsa, istemediğini oraya itebilecek bir enstrümana sahip oluyor. Dolayısıyla bu problemin çözülmesi aslında sadece Kürtlerin problemini çözecek bir problem değildir, demokrasinin problemini çözecek bir hamledir. Bu nedenle ben bu tartışmaların yeniden açılmasını faydalı buluyorum. Ama şunu da söylemek gerekir ki artık Türkiye demokrasinin ne kadar değerli olduğunu fark etti ve ortak bir zeminde çözüme ulaşmaya çalışmak elbette önemli ama bu burada kalmamalı. Seçimler sonrasında da bu hususta neler yapılması gerektiği genişletilerek tartışılmalı.

HANGİ İTTİFAKTA OLMAYACAĞIZ AÇIKTIR

Önümüzde seçim var, partiniz ittifaklar meselesine nasıl bakıyor?

Bunu biz birçok kez dile getirdik ama ben yeniden tekrarlayayım; DEVA Partisi çok yeni bir parti. Biraz önce de bahsettiğim, üzerinde çok durduğumuz ve uğraştığımız programımızla kendimizi anlatmamız gerekiyor. Biz kimiz? Ne yapmak istiyoruz? Bunun için belli bir zamana ihtiyaç var. Merhum Süleyman Demirel’in çok önemli bir lafı var; ‘’Siyasette 24 saat çok uzun bir zaman dilimidir’’ diye. Bu nedenle bazı şeylerin zamanında konuşulması gerekiyor. Biliyorsunuz Meclis açılıyor ve seçim yasasıyla ilgili bizim şu anda duyduğumuz tek şey baraj meselesi, başka da ne olacak bilmiyoruz. Eğer seçim sistemi böyle devam ederse zaten iki karşılıklı ittifak var. Biz eğer bir muhalefet partisi isek Cumhur İttifakı’nda olmayacağımız net zaten. Ancak şu sistem devam ederse bir ittifak mutlaka olacaktır ama hangi ittifakta olmayacağımız açıktır.

DİLE GETİRMESE DE BABAM ERDOĞAN’A KIRGINDI

Merhum babanız Dengir Mir Mehmet Fırat AK Parti'nin kurucuları arasında yer alıyordu. Daha sonra yolları ayırıp, siyaset yaşamına muhalefet kanadında devam etti. Babanız yol arkadaşı Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’a kırgın mıydı?

Bu biraz özel bir soru. Tabi özel bir ilişkileri vardı ama şöyle söyleyeyim; siz de Doğulusunuz, ben de Doğu kültüründen gelen biriyim her ne kadar Alman bir annenin kızı olsam da. Biz biliyorsunuz çocuklarla babalarının ilişkileri biraz daha suskundur. Çok fazla sohbet, muhabbet, duygusal paylaşım azdır. Bu nedenle babamla hiçbir zaman bunu açık açık konuşmadık ama tabi süreci biliyorum. Kırgınlığının olması doğaldır, mutlaka var. Bunu dile getirmemiş olsa bile bunun öyle olduğunu biliyorum. Çünkü yola çıkış bu değildi, inandıkları şey bu değildi, bugün benim program için söylediklerimi babam zamanında AK Parti için söylüyordu ve ayrıldıktan sonra da söylüyordu. Yeniden o programa gidilirse ben o programın altına imza atarım diyordu. Ancak olmadı, babam da kendi siyasi yoluna devam etti. Kırgınlık konusuna gelirsek; dediğim gibi bunu hiçbir zaman açık açık konuşmadık. Benim babam sadece siyasetçi değildi, gerçek mana da tam bir devlet adamıydı. Nerede konuşup, nerede susması gerektiğini çok iyi bilen biriydi. Evladı da olsak bu tarz şeyleri bizimle paylaşmazdı çünkü ketum biriydi. Ama ben o süreci çok iyi biliyorum. Babam AK Parti’den istifa edeceği gün bana söylemişti. Ben neden olduğunu da biliyordum, MKYK’daki tartışmayı da biliyordum. Ama işte babam hata ettim diye bizimle muhabbete oturacak bir insan değildi, bunu bir arkadaşıyla dahi paylaştığını sanmıyorum. Kırgınlığı ne ise onu gömüp öyle vefat etti.

MARDİN SİNEMA İÇİN ÖNEMLİ BİR ŞEHİR

Biraz da sanattan konuşalım…Kültür sanatla uğraştığınızı ve yıllarca Mardin’de film festivalleri düzenlediğinizi duymuştum, sorum şu; neden Mardin? Mardin’i bu anlamda özel kılan neydi?

Amerikalı bir profesör araştırma yapmış, dünya sinema literatüründe Mardin-Muğla ışık hattı diye bir ışık var. Bu sinema için çok önemli. Bu ışık hatları film şirketlerinin çok uzun süre ekstra ışık kullanmadan çekim yapmasını sağlıyor. Dolayısıyla maliyetler düşüyor ve bu ışık sinema için çok çok değerli. Siz Mardin’de Ortaçağ’ı da çekebilirsiniz, gündelik bir şey de çekebilirsiniz. Plato gibi bir şehir. E hikayesi de bol, üstelik sınır hattına bakıyor. Biz de dedik ki burada sinema festivali yapalım. Sadece halka film izlettirmek değildi amacımız, yönetmenleri de buraya çekelim ki sinema anlamında ne kadar değerli bir şehir olduğunu görsünler istedik. The Last Samurai filmi var, bilir misiniz?

SİYASETİN YAPAMADIĞINI SANAT YAPTI

Başucu filmlerimden biridir, kaç kez izlediğimi tahmin bile edemezsiniz…

O zaman çok doğru bir örnek veriyorum. Japonya’nın bir köyünde çekilen o filmde tam 28 bin kupa kahve satılmış. Sadece o film ekibinin satın aldığı. İnanılmaz bir iş gücü demek bu. Köylüler için ciddi bir ekonomik kalkınma. Mardin’e gitme amacımız da biraz iş gücüne katkı sağlamaktı ama bir gittik sinema yok. Sinemasız kentin ilk film festivalini böylelikle biz gerçekleştirdik. Adını da Sinemardin koyduk. Halktan da muazzam bir talep geldi. Çok güzel işlere imza attık orada. Laleş’in bir belgeselini yayınladık. Açılışa Almanya’dan Ezidilerin Piri geldi. Süryani dilinde ilk kez Kilise de film gösterimi yaptık. İktidar ve muhalefet kanadından çok sayıda insanı bu etkinliklerde bir araya getirdik. İşte siyasetin yapamadığını sanat yapabiliyor.

BU ÜLKEYİ KİMSEYE BIRAKIP GİTMEM

Sanatla bazı şeylerin düzelebileceğini söyleyebilir miyiz o zaman? Bu konuda umutlu musunuz?

Ben hep şunu söylüyorum; umudu kaybettiğimiz gün gidelim! Ben aynı zamanda Alman vatandaşıyım, bugün desem ki ben çekip gidiyorum, burada beni tutan bir şey olmaz, yeğenlerim de dahil çeker gideriz. Ama insanın memleketi, memleketidir! Ben bu ülkeyi hiç kimseye bırakıp gitmem. Niye ben gidiyorum ayrıca? Bunun için mücadele etmek lazım. Kendimize güvendiğimiz sürece ümit var. Kültür sanatı şimdi konuşamıyoruz ama toplum iyileşmeye başladığında o zaman bunu konuşmaya başlayacağız.