Çınar Ayser ÇINAR / Pazartesi Söyleşileri’ne bu hafta konuk olan Ömer Faruk Gergerlioğlu, Kürt meselesinde adil, demokratik, hakkaniyetli bir çözümü kabul etmeyen bir anlayışla yan yana durmayacaklarını söyleyerek, ‘’Yani üçüncü bir yol gerekiyorsa üçüncü bir yol tercih edilecek’’ diye konuştu.

2009’da başlayan ve 2015’te çatışmaların yeniden başlamasıyla sona eren çözüm sürecine de değinen Gergerlioğlu, ‘’Biz ne Türk ne Kürt bir kişi bile ölmesin diye çabalıyoruz. Bakın çözüm süreci bittiğinden bu yana 20 bine yakın insan ölmüş. 20 bin insan! Bunlar ölmeyebilirdi. Bir insan ölmeden birtakım şeyler giderilebilir öldükten sonra iş işten geçmiştir, öte dünyadan getiremezsiniz kimseyi. Bu yüzden biz Kürt meselesinde çözüm önermeyen bir ittifak anlayışına sıcak bakmıyoruz’’ ifadelerini kullandı.

Ömer Faruk Gergerlioğlu, 28 Şubat davası, seçim ve ittifaklar meselesi başta olmak üzere gündemdeki birçok konuyu Yeni Journal’a değerlendirdi.

80 YAŞINI GEÇMİŞ İNSANLAR CEZAEVİNDE, BUNA BİR FORMÜL BULUNMALI

Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı, 28 Şubat davasında haklarında verilen müebbet hapis cezası kesinleşen 14 kişi hakkında yakalama kararı çıkarttı. Çevik Bir ve Çetin Doğan'ın da aralarında olduğu 8 kişi tutuklanıp cezaevine gönderildi. Dönemin mağdurlarından biri olarak siz bu durumu nasıl değerlendiriyorsunuz?

28 Şubat 1997’de MGK toplantısı sonrası bir bildiri yayınlandı ve o dönem Sincan’da yürüyen tanklar, verilen brifingler hafızalarımızda derin izler bıraktı. O dönemde demokrasiye karşı bir harekat yapılıyordu ve bunun adı ‘Port Modern Darbe’ olarak nitelendiriliyordu. Darbenin fiili olarak değil de işte bir port modern tarzı şeklinde ifası görünüyordu. Tabi sonrasında Erbakan’ın birtakım hareketleri bundan mesul tutuluyordu. Ancak temelde şu vardı; bir refleksin Erbakan’ın başbakanlığına itiraz etmesiydi. Elbette bu demokrasi adına tasvip edilecek bir hareket değildi ve bunun adı da darbeydi. 2013 yılında 28 Şubat davası açıldı ve dava açıldıktan 8 yıl sonra karar çıktı. Kararda 14 kişiye müebbet hapis cezası verildi ve gelinen noktada 80-90 yaşını aşmış insanlar cezaevine girdi. Darbe, demokrasiye karşı ağır bir suç bunu hepimiz iyi biliyoruz. Darbenin her zaman cezalandırılması gerekir ama şu da var; sonuçta 80 yaşını geçmiş insanların cezaevine konulması da vicdanları sızlatan bir durum, buna bir formül bulunması gerekiyor. Şunu da bilmek lazım; 28 Şubat’ta demokrasiye karşı bir darbe yapıldı, bu Türkiye’deki darbe geleneğinin bitmez tükenmez uygulamalarından birisiydi. AK Parti iktidarı şu anda 20. yılında ama AK Parti’nin de 28 Şubatçı generallerden bir farkı kalmadı. Sen kalkıp 28 Şubat’ı mahkum ediyorsun ama demokrasiyi ayaklar altına alan, OHAL’i 5 yıldır birtakım gerekçelerle devam ettiren iktidarsın sen. 28 Şubat’ın mağdurları, yeni 28 Şubatçılar oldu!

ERDOĞAN AF YETKİSİNİ KULLANMAYACAKTIR

Anayasanın 104’üncü maddesi cumhurbaşkanına ‘’sürekli hastalık, sakatlık ve yaşlılık’’ durumunda af yetkisi tanıyor. Tutuklanan generallerin hepsi 80 yaşın üzerinde, sizce Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan af yetkisini kullanır mı?

Bence çıkması lazım çünkü 80 yaşını aşmış, bir kısmının ağır sağlık sorunları olan kişileri içeride tutmak vicdana aykırı işler. Sadece 28 Şubatçı paşalar değil tabi, cezaevlerinde şu anda 80 yaşını aşmış çok kişi var. Hasta mahpuslar var, bunları çok yakından takip ediyorum. Misal Mehmet Emin Özkan bunlardan birisi. 83 yaşlarında ve ağır hasta, uzun yıllardır tutuklu olan bir insan. Onun dışında da takip ettiğim birçok mahpus var. Erdoğan’ın bu konuda bir karar vereceğini sanmıyorum. Bugüne kadar yalnızca Sivas Katliamı sanıklarından bir kişiye sağlık sorunları nedeniyle af yetkisini kullandı. Orada da siyasi bir tercih yaptığı ortaya çıktı. Ergenekon, Balyoz davalarında yargılananlarla şu anda biraz yollarını ayırdığını da görüyoruz o yüzden böyle bir yetkiyi kullanacağını çok da tahmin etmiyorum.

YENİ BİR ANAYASA ŞART!

28 Şubat davasından sonra anayasa tartışmaları yeniden gündeme geldi. Birçok siyasi isim sivil bir anayasa yapılması gerektiğini söylüyor, siz bu konuda ne düşünüyorsunuz?

Yeni bir anayasa mutlak suretle oluşturulmalı. Türkiye’de dini ve etnik ayrımcılık anlamında çok önemli sorunlar var. Türkiye’de laiklik uygulamalarında büyük sorunlar yaşandı. Başörtüsü meselesi belki daha yeni bitti ama Türkiye on yıllarca bu konuda lüzumsuz bir tartışma yaşadı. Her kesimden insanın din ve vicdan özgürlüğü sağlanmalı ve bu iktidarların durumuna göre değişmemeli. Türkiye’nin en büyük meselesi şu anda Kürt meselesi ve bu konuda hiçbir ilerleme yok. Kürtlere tanınan haklar noktasında büyük sıkıntılar var. Zaten anayasal vatandaşlık tanımı da tamamen Türklük üzerine kurulmuş durumda. Bu meseleyi ortaya çıkaran Kürtler değil, bu işin mağduru Kürtler. Bu meselenin adına da Kürt sorunu diyorlar, sanki Kürtler bir sorun çıkarıyormuş gibi. Kürtler gasp edilen haklarını aradılar sürekli ve anayasal olarak da bunların iade edilmesi gerekiyor. Belki cumhuriyetin kuruluşunda birtakım siyasi gerekçelerle şu veya bu yapıldı falan, bırakalım bu tartışmayı artık. Anayasa şundan dolayı Türklük üzerine kuruldu, bundan dolayı Türklük üzerine kuruldu tartışmaları yapılıyor hala, tamam bir şeyler yaşandı ama üzerinden yüzyıl geçti. Gelin şu anda cumhuriyeti demokratikleştirelim diyoruz. Bu cumhuriyet demokratikleşmeden sorunlar çözülmez.

CEZAEVİNDEN DAHA GÜÇLÜ BİR ŞEKİLDE ÇIKTIM

Sosyal medyada paylaştığınız bir haber yüzünden önce vekilliğiniz düşürüldü, ardından tutuklanıp cezaevine girdiniz. Anayasa Mahkemesi'nin verdiği "hak ihlali" kararından sonra tahliye oldunuz ve 4 ay sonra yeniden vekilliğe döndünüz. Bu süreçte neler yaşadınız?

Benim vekillik faaliyetlerimdeki hak, hukuk ve insan hakları çizgisinde durmamdan kaynaklı bir siyasi vekillik düşürülmesi durumu yaşandı. Bunu da tüm kamuoyu gördü. Bir haberi RT etmemden dolayı bana bu ceza verildi. Türkiye’yi bırakın, dünyada bunu duyanlar kulaklarına inanamadı. Bu ceza sadece bana verilmedi, vekil olduğum için milyonlarca kişiye verilmiş oldu. O yüzden zaten Anayasa Mahkemesi hızlıca davaya baktı ve oybirliğiyle bu kişinin hiçbir suçu günahı yok, ona bol bol haksızlık yapmışsınız diye bir karar çıkardı. Düşünün bundan dolayı ben vekillikten düşürülüyorum, evimden, meclisten hakaretlerle alınıp, gözaltı merkezlerine götürülüyorum, cezaevine atılıyorum, sağlık nedeniyle hayati bir tehlike atlatıyorum ve anjiyo oluyorum. Vekilliğim elden gidiyor, özgürlüğüm elden gidiyor, yetmiyormuş gibi az daha yaşamım da elden gidiyordu. Böylesi ağır bir süreç yaşadım. 96 gün cezaevinde kaldım, bizi zulmen tutukladılar diğer tüm arkadaşlarımıza yaptıkları gibi. Nihayetinde anayasa tecelli etti ve bu saçma, hukuksuz karar iptal edildi. Maalesef böyle utanç verici bir hadise yaşandı. Bu benim utancım değil, meclisin utancı, iktidarın utancı, iktidarın yargıyı etkilemesiyle oluşan bir utanç, iktidarın yasamayı, meclisi etkilemesiyle oluşan bir utanç. Silsile halinde Türkiye'ye bir utanç yaşattılar. Cezaevine girdiğimde dedim ki beni cezaevine attılar ama kazandım çünkü haklıyım. İyi bir direniş sergiledim. Ben direndikçe karşımdakiler tel tel döküldü ve ben kazandım, halk kazandı. Çok daha güçlü bir şekilde dışarı çıktım.

HİÇBİR ŞEY ESKİSİ GİBİ OLMAYACAK!

Malumunuz tüm partiler genel seçim için hazırlıklara başladı. Seçimde iki ittifak bloku yarışacak. HDP’nin Millet İttifakı’nda yer alacağı çokça konuşulan konulardan biri ancak bu durum henüz bir netlik kazanmadı. HDP seçimde Millet İttifakı’nı destekleyecek mi?

Yerel seçimlerde Erdoğan’ın ülkeyi sürüklediği yeri engellemek için önemli bir demokrasi mücadelesi verdik ve bu noktada birtakım önemli merkezlerde Millet İttifakı’nın adaylarını destekledik. İttifak’ta değildik ama destek verdik, bu bir gerçek. Ama bu da biraz yanlış anlaşıldı. Sanki HDP seçmeni, sanki Kürtler Millet İttifakı’nın adayı sürekli desteklemeye mecburmuş gibi bir imaj oluştu. Bu doğru bir algı değil. Bu yanlış bir düşünce. Biz HDP olarak önemli bir fedakarlıkta bulunduk, Cumhur İttifakı’nın ülkeyi sürüklediği uçurumu engellemek için. Ne pahasına olursa olsun Erdoğan’ın kazanmamasına odaklandık ve bunu başardık. Ama şu anda gelinen noktada Millet İttifakı’nın Kürtlerle yan yana durmama, HDP ile yan yana durmama, Kürt meselesini anmama ve eski birtakım dayatmacı anlayışları devam ettiren, Kürt meselesini görmezden gelen tavırlarından dolayı eskisi gibi olmayacağını net bir şekilde söylüyoruz. Şunu söylüyoruz; Kürt meselesinde adil, demokratik, hakkaniyetli bir çözümü kabul etmeyen bir anlayış, istediği kadar kazansın bir anlamı olmayacaktır. Yani üçüncü bir yol gerekiyorsa üçüncü bir yol tercih edilecektir. Başka bir seçeneğe de gerek yok.

SÜREÇ BİTTİĞİNDEN BERİ 20 BİNE YAKIN İNSAN ÖLDÜ

Şu an için bir destek yok ancak siyasettir, oturulur, konuşulur, insanlar hatalarının farkına varır, Kürt meselesinde daha doğru bir yerde durulacağına söz verilir, sonuçta siyaset konuşmayla yapılan bir şeydir, biraz pazarlıkla yapılan bir şeydir. Ancak pazarlıksız biz size teslim olduk, istediğinizi bize yapınla hareket etmeyiz. Artık bu noktadan sonra Kürt meselesinin çözülmediği bir yerde ister A partisi ister B partisi ister C partisi iktidar olsun, bir anlamı olmayacaktır. Ülkede dev bir mesele var ve siz bu konuya çözüm bulmadığınız, makyaj yaptığınız müddetçe eski tas, eski hamam devam ediyor bu işler. Değişen hiçbir şey olmuyor, insanlar ölmeye devam ediyor. Biz ne Türk ne Kürt bir kişi bile ölmesin diye çabalıyoruz. Bakın çözüm süreci bittiğinden bu yana 20 bine yakın insan ölmüş. 20 bin insan! Bunlar ölmeyebilirdi. Bunu söylediğimiz zaman birileri rahatsız oluyor ama bizim için en önemli şey insan haklarıdır. Bir insan ölmeden birtakım şeyler giderilebilir öldükten sonra iş işten geçmiştir, öte dünyadan getirtemezsin kimseyi. Bu yüzden biz Kürt meselesinde çözüm önermeyen bir ittifak anlayışına sıcak bakmıyoruz. Bunu da çok net bir şekilde dile getiriyoruz. Kimsenin kara kaşına, kara gözüne hayran değiliz. Sonuçta bir üçüncü yol seçeneği de var. Bu da herkes tarafından bilinmeli diye düşünüyorum.