Çınar Ayser ÇINAR / 2019’daki yerel seçimlerde Halkların Demokratik Partisi’nin (HDP) adayı olarak Kars Belediye Başkanı seçilen Ayhan Bilgen, 2 Ekim 2020’de İçişleri Bakanlığı tarafından görevden alındı ve yerine Kars Valisi Türker Öksüz, Kars Belediyesi’ne kayyum olarak atandı.

6-8 Ekim 2014'teki Kobani eylemleri nedeniyle başlatılan soruşturma kapsamında 31 Ocak 2017'de tutuklanan ancak Anayasa Mahkemesi'nin verdiği "hak ihlali" kararı üzerine tahliye edilen Ayhan Bilgen, 2 Ekim'de aynı dosyadan yeniden tutuklanmıştı. Yaklaşık 9 ay tutuklu kalan Ayhan Bilgen, 15 Haziran’da tahliye edildi.

Ayhan Bilgen, geçtiğimiz gün katıldığı bir televizyonda programında yeni bir partinin sinyallerini verdi. Bu çıkışıyla dikkat çeken Bilgen, yeni parti söylentilerini, yol haritasını ve hakkındaki eleştirilere dair Yeni Journal’ın sorularını yanıtladı.

BURADA BİR YOL HARİTASI VAR VE BUNU GİZLEMİYORUZ

Katıldığınız bir televizyon programında, “Şu anda arkadaşlarımla çalışma içerisindeyiz. Hareketimizin partiye dönüşüp dönüşmeyeceğine toplumsal ihtiyaçlar karar verecektir” dediniz. Bunu yeni bir partinin sinyali olarak okuyabilir miyiz? Ya da daha açık bir şekilde sorayım; yeni bir parti mi kuruyorsunuz?

Türkiye’de partilerin genellikle yaygın olarak kuruluş süreçleri bu şeklide olduğu için bu bir genel kabule dönmüş durumda. Ben sivil toplumu siyaset kadar önemseyen birisiyim ki hayatımın büyük bir kısmı da sivil toplumda geçti. Türkiye’nin sivil toplumunun siyasete katılımını değerli görüyorum. Bunu sadece bir ara dönem, sadece bir geçiş süreci gibi görmüyorum. Dolayısıyla bunun gerçekten bir partiye evrilmesi gerekir mi ya da bu çalışma sonrasında bunun içinden bir parti çıkmalı mı konusu baştan planladığımız net takvime bağlanmış bir boyut içermiyor.

Tam tersine, Türkiye’de siyasete güçlü bir biçimde müdahale eden, bir partinin arka bahçesi olmayan ki bunu özellikle vurgulamak istiyorum, toplumsal kaygılardaki ortaklaşma üzerine bir tutum ortaya koyan, siyasette düşünce üreten, siyasi partilerin bu düşünsel arayışlardan faydalanmasını sağlayan ve kamuoyunun siyasete dair taleplerini belli bu anlamda destekleyen, besleyen bir inisiyatife, bir platforma, bir harekete ihtiyaç var. Bu partiye dönüşse de ülke için katkısı büyük olur, partiye dönüşmese de. Ya da içinden bir parti çıksa da, çıkmasa da. Burada bir yol haritası var ama onu gizleyen, saklayan bir süreç değil, o gün geldiğinde çalışmanın seyrine göre, ihtiyaca göre yeniden tartışırız ve bunu o zaman değerlendiririz. Bugünden peşin bir tutum geliştirme ihtiyacı duymuyoruz.

SİYASETE GİRMEYEN VE MESAFELİ DURAN İSİMLER

Bu süreçteki yol arkadaşlarınız kim? Kimlerle birlikte çalışıyorsunuz?

İsim konusuna gelirsek, çalışmanın asıl amacı netleştiğinde belki o zaman isimleri paylaşmak daha sağlıklı olur. Çünkü biz şu anda bu süreci parti kuruluş süreci gibi yönetmiyoruz. Başka partilere mensup arkadaşlar var, partisinde çalışan ama bir taraftan da Türkiye’de ortak zeminlere, bir araya gelişlere ihtiyaç duyan isimler var. Dolayısıyla bunu bir parti kuruluş süreci gibi tarif ettiğinizde onların pozisyonunu, duruşunu doğal olarak sıkıntıya sokarız. Ama bunu kesimler anlamında ele almak gerekirse ben daha çok şimdiye kadar siyasete girmemiş, siyasete bilinçli olarak mesafeli durmuş, kaygılı durmuş çevrelerle çalışmaları yürütmek gerektiğini ama bir ortak akıl inşası açısından da bunu partili olanları dışlamadan, parti mensubu olan çevrelerinde katılmasını mümkün kılan bir mekanizma oluşturmaya çalışıyoruz.

Biraz da Türkiye’nin ezberlerinden, şablonlarından korunabilmiş kişilerle iş yapalım istiyoruz. Yoksa çok keskin, kendi duruşundan emin, mutlu, hiçbir yeni ihtiyaç hissetmeyen, bu çizgimle bu duruşumla yeterim, Türkiye’de bu anlamda yeni bir çalışma ihtiyaç yok diyenlerle zaten bu işi yürütmek çok sağlıklı bir şey olmaz. Ama hangi mahalleden olursa olsun, bulunduğu mahallede, yani toplumun ortak vicdanının gerektirdiği tavrı savunan, sergileyen isimler birbirine yakın durursa etkileşim, iletim, yeni bir şey ortaya çıkartabilir.

TEPKİSEL TUTUMU DOĞRU BULMUYORUM

HDP’ye alternatif bir parti geliyor diyebilir miyiz?

Hayır. Hiçbir siyasi partinin bir başka partiye tepki veya alternatif olarak ortaya çıkmasını doğru görmüyorum. Sonuçta HDP toplam Türkiye toplumunun ne kadarına hitap edebiliyor bu eksiklikte benim de şüphesiz payım var. Şüphesiz dış dinamiklerin de ülkedeki genel konjonktürün, politikanın da etkisi var. Ben daha çok Türkiye’de mevcut partileri siyasal süreçlere katılım ve etkin rol alma konusunda eksik gören, yeterli görmeyen çevrelerin siyasete katılımın daha önemli olduğu kanaatindeyim. Dolayısıyla bir partiye özgü tepkisel tutum zaten orayı peşinen ölü doğurur. Bu partilerin bir biriyle didişmesi ve çekişmesi üzerinden değil, partilerin ve yeni siyasetin topluma hitap etmesini önemsiyorum. Yoksa partilerin kendi arasındaki politik polemikler ya da geçişgenlikler bence siyaseti güçlendirmeye bugün itibariyle yetmiyor.

GENÇLERİN ÖNDE OLDUĞU İDEAL BİR SİYASET

Siyasetçilerin bir süredir tek gündemi Z kuşağı. Malum önümüzdeki seçimde ilk kez oy kullanacaklar. Gençlerle bir araya gelenler, gençlere hitap edenler…Bir şekilde Z kuşağını kazanmaya çalışıyorlar. Daha önce yaptığınız bir açıklamada, ‘’Yeni kuşaklar, mevcut sağ, sol veya muhafazakar siyasal sistemlere rağbet göstermiyor, çünkü ihtiyaçlarını karşılamıyor” demiştiniz. Bu anlamda parti politikanız nasıl olacak?

Bunu kitleye hitap etme konusunda, yani gençlere de hitap ediyor, etmeli gibi bir argümanı zaten herkes kullanıyor. Bu artık bir şablona dönüşmüş ama bence gençlere hitap etmek değil, belki gençlerin topluma hitap edebileceği bir platform kurmaya ihtiyaç var. Biz onların sözünü anlamalıyız, onların kaygısını, arayışını anlamak için çaba sarf etmeliyiz. Gençler bizi anlamaya çaba sarf etmemeli. Burada bir tersine okuma var. Klasik geleneksel siyasetçi gençlere şu rolü veriyor; Biz zaten bütün doğruları biliyoruz, deneyimimiz var, birikimimiz var, siz çocuklar henüz daha dünyayı tanımıyorsunuz, durumu okuyamıyorsunuz, dolayısıyla bizi anlayın, ‘peşimizden gelin’, seçim olduğunda afiş asarsınız, bildiri dağıtırsınız.

Çünkü gençlere bu anlamda ihtiyaç var. Ben tam tersini hayata geçirmemiz gerektiğini düşünüyorum. Gençler özellikle siyasetteki tıkanmanın fikri anlamdaki boyutuyla bir ön açısı rol oynamalılar. Çünkü onlar bilgiye bizden daha hızlı ulaşıyor, onlar dünyayı bizden daha iyi okuyorlar. Bizim eski duvarlarımız onlar için bir anlam ifade etmediği için o duvarların dar koridorlarından bakamıyorlar, daha yukarıdan bakıyorlar. Farklı pencerelerden hayata bakıyorlar. Bana göre ideal olan siyaset biçimi, gençlerin daha önde olduğu ve belki deneyimli isimlerin onlara yardımcı olduğu bir formül üzerinde çalışılması. Ben asıl bunun daha heyecan verici ve orijinal olacağını düşünüyorum.

TOPLUM SİYASETE GÜVENMİYOR!

Deneyimli bir siyasetçi olarak Türkiye’nin şu an ki mevcut siyasi durumunu nasıl okuyorsunuz?

Siyaseti, siyasetçilerin hesapları, planları, beklentileri üzerinden okuduğumuzda gayet tabi şunu kabul etmemiz gerekiyor. İktidarın da olağan biçimde iktidarın ömrünü uzatma arayışı, beklentisi olabilir. Bunun için seçime gitmemeyi de tercih edebilir. Hatta belki yasaların imkan verdiği ölçüde erteleme hakkını da kullanabilir. Bugünden bunun tartışmasını yapmak zor. Sonuçta hangi koşullarda seçimlerin ertelenebileceğine dair tanınmış yetkiler ve yasal düzenlemeler var. Şimdi Kasım’da seçim olup olmayacağını tartışıyoruz ama belki de 2023’te bunu tartışacağız. Burada gayet tabi muhalefet de iktidarın bir an önce değişmesini isteyebilir. Burada iki tarafın da taleplerinin ötesinde, bence toplumun beklentisi önemli. Toplum siyasetten ne bekliyor? Toplumun öncelikli beklentisi siyasetçilerin kendileriyle ilgili hesaplardan önce, toplumun önceliği üzerinden bir siyasi arayışla, kaygıyla dil kurmalarıdır. Bugün itibariyle Türkiye’de toplumla siyaset ilişkisinde bence çok ciddi bir yapısal sorun var. O da şu; toplum siyasete güvenmiyor! Siyaset toplumsal kaygıyla yapılıyorsa, toplum siyasete neden şüpheyle yaklaşıyor sorusunu sormak gerekiyor. Kaldı ki demokrasilerde toplumdan başka meşru özne yok. Bu nedenle toplumun şüphelerini anlamaya çalışmak siyasetçi için bir sorumluluktur.

POLEMİKLER MERAMIMI ANLATMAYI ZORLAŞTIRIR

Partinize yönelik yaptığınız eleştiriler uzun süre gündem oldu. Cezaevindeyken de isim vermeden yaptığınız bazı paylaşımlar çokça konuşulmuştu. Bu nedenle de bugün eleştirilerin hedefi olan bir isim olarak, bu durumu nasıl değerlendiriyorsunuz?

Siyasete yönelik eleştirilerimi ilk kez yapmıyorum. Cezaevine girdiğimde de yapmaya başlamadım, sanılanın aksine! Daha öncesinde de, 2000’li yılların başında insan hakları mücadelesini yürütürken de, sivil toplum siyaset ilişkisi nasıl olmalıdır diye günlük gazetelere makaleler yazdım. Bunu televizyon programlarında tartışmaya çalıştım. Sivil toplumdan kaynaklanan, kapasite sorunu nedir ya da siyasete yaklaşımındaki ön yargılar, korkular nedir diye. 2010’ların başında da yani demin de söylediğim tarihten 10 yıl sonra da daha çok siyasetten sivil topluma bakışa yönelik tartışmalar yaptım. Hatta o dönemde alternatif toplum adında bir dergi de çıkarttık.

Gerek toplumsal pencereden, gerek ise siyasetten topluma doğru bakarak bu tartışmaları çok eskiden beri yapmaya çalışıyorum çünkü bu bütün partilerin ihtiyacı ve Türkiye siyasetinin yapısal sorunu. Bu eleştirilere dair bir cevap, bir karşı eleştiri, benim de eksik okumam varsa, yanlış bir değerlendirmem varsa bununla yüzleşmemi sağlar. Ben de yeniden oturur değerlendiririm ama bir içerik tartışması yapmadan, sözün doğruluğu ya da tutarlılığına dair bir değerlendirme yapmadan, sadece takım taraftarlığı, futbol taraftarlığı gibi ya da sanki bir din, bir mezhep, bir inanç kavgası veriyormuşuz gibi polemikler yapmak benim meramımı anlatmamı zorlaştırır ama ülkeye kötülük olur. Şüphesiz aynı kaygıları taşıyan, aynı değerlendirmeleri yapan birçok isim var.

ASLA MEŞRU GÖRÜLEMEZ

Malum bugün 15 Temmuz Darbe giriminin 5. yıl dönümü. Bu konuya dair neler söylemek istersiniz?

Darbeler her halükarda ülke demokrasisini geriye götürür. Benim çok polemik konusu olan şu cümlemi tekrarlayayım ki insan hakları dilinde bu çok önemlidir; Darbe kim tarafından kime karşı yapılırsa yapılsın karşı çıkılması gereken ve asla meşru görülemeyecek bir şeydir. Darbelerin kime yaradığı ya da kimin işini kolaylaştırdığı üzerinden değil, ülke demokrasisine verdiği zarar üzerinden tartışmak lazım.