Halit Ziya Uşaklıgil’in romanından uyarlanan dizi, sadece iki sezon ekranda kaldı. 2010 yılındaki finaliyse Türk televizyon tarihinin en çok izlenen ikinci yapımı oldu. Dizi onlarca ülkeye ihraç edildi ve tekrarları hâlâ seyircisini ekrana çekmeyi başarıyor.

Dizinin kadrosunda ise Beren Saat, Kıvanç Tatlıtuğ, Selçuk Yöntem, Hazal Kaya, Nebahat Çehre, Zerrin Tekindor gibi ünlü isimler yer alıyordu. Entrikalarla dolu Ziyagil Yalısı’ndaki en kilit rollerden Beşir’i, Baran Akbulut canlandırıyordu.



Baran Akbulut, İTÜ’de Makine Mühendisliği bölümünü bırakarak oyuncu olmaya karar vermesini şöyle anlatıyor:

“En başından beri oyuncu olacağımı biliyordum. Ama fen lisesi vesaire derken üniversite sınavında son tercih olarak yazdığım İTÜ Makine Mühendisliği’ni kazandım ve kaydoldum. İTÜ’nün tiyatro toplulukları çok aktifti, onlara dahil olmuştum. Orada eğleniyordum ama ‘Madem oyuncu olacağım, ne işim var burada’ diye de düşünmeye başladım. Yol yakınken ikinci sene okulu bıraktım. O yıl geometri öğretmenliği, festival rehberliği, devlet tiyatrolarında figüranlık yaptım. Sonra Eskişehir’e ailemin yanına döndüm ve Devlet Konservatuvarı oyunculuk bölümüne başladım. En başa dönersek oyunculuğa kardeşim Bahar’ı güldürmek için başladım diyebilirim. İlk seyircim de ilk oyun ortağım da o. ‘Küçük Korku Dükkanı’ filmi ilk etkilendiğim yapım. Bu filmin kötü adamı, uzaydan dünyayı ele geçirmeye gelen bir saksı bitkisidir. Bir tiyatro oyunu uyarlaması. Filmdeki Steve Martin, etkilendiğim ilk oyuncu olabilir.”

Oyuncu, “Ailenizin mühendisliği bırakmanıza yaklaşımı nasıl oldu?” sorusuna şu yanıtı veriyor: “İTÜ’yü bırakacağımı söylediğimde hiç sigara içmeyen annem, elleri titreyerek ocaktan sigara yakmıştı. Bana bir bakışı vardı, içim parçalanmıştı. Ama çocuklarına ne yapmak istiyorlarsa yapabilecekleri konusunda yeterli özgüveni vermiş öğretmen ebeveynlere sahibiz. Her zaman kardeşim Bahar’a ve bana tam destek oldular. Hâlâ da oluyorlar.”

Baran Akbulut, konservatuvarı bitirmesine bir hafta kala bir gençlik dizisi için İstanbul’a çağırılıyor: “Kamera önünde nasıl olduğumu merak ettikleri için İstanbul’a davet ettiler. Atladım trene geldim. İlk cast görüşmemdi. Toprak ağalarının yer aldığı bir dizinin senaryosunu elime verdiler. Sahnenin başında ‘düşman aile çocukları’ yazıyordu. Metinde, isimleri sert ve erkeksi olan karakterler, birbirlerine meydan okuyordu. Karşımdakine kafa atacak gibi, sert bir şekilde oynadım. ‘Çok teatral oldu, biraz kısalım oyunculuğu’ dediler. Ben de ‘Eyvah, yapamayacağım herhalde bu işi’ düşüncesine kapıldım. Meğer karşımdaki düşman ailenin oğlu değil, büyük aşk yaşadığım, atarlı giderli kızıymış. O sahnede aslında cilvele-şiyormuşuz (gülüyor). Bende bir sorun olduğunu düşünerek, seçmelerden uğurladılar. Ama iyi ki o iş olmadı. Çünkü bir ay sonra ‘Aşk-ı Memnu’ dizisinin seçmelerine girdim ve o, ilk kez rol aldığım yapım oldu.”

Ünlü oyuncu, profesyonel oyuncu olarak ilk yer aldığı dizi “Aşk-ı Memnu”yu şöyle anlatıyor: “2 ay önce üniversiteden mezun olmuştum, setin işleyişi konusunda hiçbir fikrim yoktu. Orayı merak ettiğim birçok şeyi deneyimleyeceğim bir yer olarak gördüm. Bir oyuncu abim, ‘Her sahneyi ‘iyi oynayacağım’ diye uğraşma. Bir an ve bir yer belirle, ona yoğunlaş’ dedi. Bu tavsiye çok işime yaradı.”Akbulut, ‘Beşir’ rolünün hayatında bir kırılma noktası olduğunu doğruluyor ve ekliyor:

“Sette dizinin büyük bir şey olduğunun farkındaydım. Çünkü kadrosundaki oyuncularının ne kadar büyük yetenekler olduğu ortadaydı. Böyle bir kadronun bir araya gelmesi benim için zaten büyük bir olaydı. Dizinin hâlâ dalga dalga geri dönüşleri oluyor. Çok farklı ülkelerde, farklı dublajlarla yeniden yeniden izleniyor. Dizi hâlâ yaşıyor.”

“Diziden görüştüğünüz kişiler var mı?” sorusuna ünlü oyuncu, şu yanıtı veriyor: “Ara sıra ikili görüşmeler sürüyor. Hazal’ın (Kaya) düğününde yıllar sonra yeniden bir araya geldik. Toparlansak kahkahalarla anacağımız fazla anı var.”

“Beşir rolüyle vedalaşalı 11 yıl oldu. ‘Aşk-ı Memnu’ setinin son günü Bebek Cami’de Beşir’in cenaze sahneleri çekilecekti. İşim olmadığı halde sete gittim. Caminin yanındaki çay bahçesine oturup izledim. Beşir’in cenazesi kalktı, gitti. Bazen Boğaz’da yürüyüş yaparken aynı noktada çay molası verip, o rolle vedalaştığım anı hatırlarım. Fakat o kadar basit değil tabii, vedalaşmak. Her mahallede bir Beşir vardır. Herkesin kendini Beşir gibi hissettiği zamanlar da…



Beşir’lerle hepimizin içinde bağlar var. O yüzden böyle hikayelerle karşılaşmak içimizde karışık duygular uyandırıyor. Bazen kızgınlık, bazen acıma, bazen sempati, antipati... Ben de birçok izleyici gibi bu duyguları hissettim Beşir’e karşı. Hem oynarken hem izlerken...”

Kaynak: Hürriyet