Kürt sorununu çözdük diyenler, bu argümanı kime karşı kullanıyor? Biz Kürt sorunun çözdük diyen biri esasen kiminle konuşuyor? Hiç şüphesiz bu söylemin biricik ve tek muhatabı Kürtlerdir. Çözdük, diyen herkes parmakla Kürtleri işaret edip onlarla konuşuyor. Çözdük lafını duyan her Kürt, sanırım benim gibi şaşkın duygular içinde, kendisini tuhaf hissediyor. Bu tuhaf ve şaşkın hislerin, çok önemli sebepleri var; Birincisi her çözüm bir hukuka tabi hale getirilir. Çözdük denilen sorunun hukuksal garantileri, yasa ve anayasal düzeyde sabit ve dokunulmaz hale getirilmemiş ise, o sorun kesinlikle çözülmüş sayılamaz.  

Hiçbir devlet, devlet işlerini laf ile yürütmez. Her işin bir kanunu ve yönetmeliği olur. Çünkü devletler prensip olarak kanunsuz işler yapamazlar. Yapılan her şeyin bir yasal dayanağı olmak zorundadır. Eğer devlet, ben Kürt sorununu çözdüm diyorsa, ortaya vesika olarak, Kürt sorunun çözüldüğüne dair bir hukuk koymak zorunda. Bir malı satın alırken bile, o alışverişin hukuku olarak, bir fatura ve garanti belgesi verilir. 

Kimi devlet yetkililerinin ve kimi siyasetçilerin biz Kürt sorununu çözdük, o sorun artık yok demeleri, retorikten başka bir anlam taşımıyor. Söz gelimi eğer hakikatten bir hukuka bağlı olarak Kürt sorunu çözülmüş olsaydı, İyi Parti başkanı Meral Akşener’in Siirt’te ziyaret ettiği esnaf ‘’Kürdistan’’ sözcüğü kullandığı için, gözaltına alınmazdı. Çünkü, ortada bu sorunun şu seviyelerde çözüldüğüne dair, bir hukuk metni olmadığı için, kolluk kuvvetleri de yargı mensupları da durumdan vazife çıkarabiliyor. 

Ama bu duruma rağmen orta da garip bir vaziyet var; Yine söz gelimi, Türkiye Cumhuriyeti yasalarında ‘’Burası Kürdistan'dır’’ demenin suç olduğunu yazan bir kanun yok. Kanunsuz suç olmaz ilkesi bu mesele de hiç kimseyi bağlamıyor. Herkes bir yorumla bu cümleyi suç unsuru haline getirebiliyor. Orta da bu kadar keyfilik varken, sırf bu keyfilikten hareketle, Kürt meselesinin çözülmediğini rahatlıkla söyleyebilir ve bunu kanıtlayabiliriz. 

Kürt meselesini çözmüş bir Türkiye, Kürdistan lafını bir tehlike ve tehdit olarak almaz, algılamaz. Ama Kürt meselesini çözmemiş ve dahi çözmeyi düşünmeyen bir Türkiye, bu laftan suç çıkarır ve bu lafın sahiplerini yargıda sanık sandalyesine oturtur. Bu mana da çözmek ya da çözmüş olmak bir özgürlük işaretiyken, çözümsüzlük bir ceza isnadı olarak işlev görür. 

Önce sayın Demirel söylemişti.’’ Kürt realitesini tanıyorum’’ Sonra Mesut Yılmaz, benzer ifadeler kullanmıştı. Sayın Erdoğan defalarca Kürdistan kelimesini kullandı. Eğer Kürtlerin varlığını kabul ediliyorsa, bu kabul Kürtlerin yaşadığı toprakları da içermek zorunda. Bir varlık var ise eğer onun yaşadığı bir yer de vardır. Varlığın adını anıp, yaşadığı yerin adını yok saymak, hiçbir gerekçe ile kabul edilemez. Her şeyden önce bu durum bir sosyolojik gerçekliktir. Ve kim ne derse desin coğrafik bir tasniftir de. 

Felsefede, sosyoloji de temel bir ön kabul vardır; Her bilgi kendi nesnesinin bilgisidir. Kürtler dair her bilgi, Kürtlerin her şeyine dair bir bilgidir ve bu bilgi, Kürtlerin yaşadığı coğrafyayı dışarı da bırakamaz. 

Her şeyden önce, Kürt ve Kürdistan kavramları, mevcut anayasaya göre bile, düşünce özgürlüğü kapsamında olan ifadelerdir. Şiddet ve cebir kullanılmadan, dolaşıma konulan her kavram, düşünceyi ifade etme özgürlüğüne dairdir ve suç değildir. Bir fikri, suç seviyesine düşüren olgu, o fikri şiddet araçları kullanarak, yaymaya çalışmaktır. Burada bile suç olan şey fikir değil, eylem biçiminin kendisidir. Zaten şiddete meyleden bir fikir, fikir olma vasfını kaybeder ve o şiddetin kendisi olur. 

Kabaca söyleyecek olursam, Türkiye’de Kürt sorunu çözülmemiştir.
 Zaten çözulmedigi içindir ki, Kürtler sorun olmaya devam ediyor. Çözülmeyen her sorun gibi, çözümsüz bırakılan Kürt sorunu da atılan her adımda bu sorunu çözdük diyenlere ayak bağı olmaya devam edecektir.

Yeni Journal’da yayımlanan köşe yazıları, yazarların kendi görüşlerini yansıtmaktadır. Yazıların tüm hukuki sorumluluğu yazarlara aittir.