Bazen gazeteciliğin bütün yorgunluğunu, bütün ağırlığını bir anlığına unutturacak anlar yaşarsınız. O gün onlardan biriydi. Değerli sanatçı, dostum Vural’ın “Sahra” filminin galasına katıldım. Amacım sadece bir filmi izlemek değildi; asıl niyetim, 10 yıl önce ölümle yaşam arasında gidip gelen bir genç kadının yeniden sahneye çıkışına tanıklık etmekti.
Mutlu Kaya…Adı gibi mutlu olmaya, yaşama tutunmaya, hayata bir anlam katmaya çalışan bir kadın. On yıl önce erkek arkadaşının silahlı saldırısı sonucu başından vurulduğunda, belki de birçok insan onun hikayesinin orada bittiğini düşündü. Ama o bitirmedi. Yaşama sıkı sıkıya sarıldı. Gün geldi yeniden konuşmayı, yürümeyi, gülmeyi öğrendi. Ve şimdi, sahnede yeniden şarkı söylüyor.
Sahnede gördüğüm şey bir mucizeydi. Çünkü orada sadece bir kadın yoktu; orada yeniden doğan bir umut, bir direniş vardı. Her kelimesi, her notası, her bakışıyla “Ben hâlâ buradayım” diyordu.
Gazeteciliğin en güzel yanı da bu belki: Bir mucizeye tanıklık edebilmek…Hayatın karanlık tarafına rağmen ışığı seçen insanlara, inatla ayağa kalkanlara şahit olmak.
Mutlu’nun o ışıltılı, çakmak çakmak bakan gözlerine baktığınızda anlıyorsunuz ki; insan ne kadar yaralansa da yeniden filizlenebiliyor.
Henüz tedavi süreci devam ediyor, bedeni hâlâ savaş veriyor. Ama ruhu, o sahnede ışıl ışıl parlayan ruhu, çoktan özgürleşmiş.
Ben inanıyorum ki, bir gün tek başına sahnede, bütün enerjisiyle dans ederek şarkılarını söyleyecek. Çünkü o sadece bir insan değil, bir mucize.
Mutlu’nun hikayesi sadece bireysel bir direniş değil, aynı zamanda bu topraklarda kadın olmanın ağırlığını da taşıyan bir sembol. Kadına yönelik şiddetin sıradanlaştığı, adaletin çoğu zaman geciktiği bir ülkede, onun sahnede var oluşu sessiz bir haykırış gibiydi.
O şarkı söylerken, sesi sadece melodiden ibaret değildi; “Ben hâlâ buradayım, siz ne yaparsanız yapın yaşamdan vazgeçmiyorum” diyen bir çığlıktı aslında.
Herkes, bir kadının yeniden ayağa kalkışına, bir umudun ete kemiğe bürünüşüne şahitlik ediyordu. Bazen bir haberin içinde değil, bir bakışta, bir nefeste, bir şarkının titrek notasındadır hayatın özü.
Gazeteci olarak böyle hikâyelere tanıklık etmek kolay değildir. Çünkü objektif kalmaya çalışırsınız ama kalbiniz isyan eder. O an, mesleki mesafenin anlamı kalmaz. Çünkü orada bir insanın yeniden hayata dönmesini izliyorsunuzdur.
Mutlu’nun hikayesi sadece bir haber konusu değil; bir insanlık dersi, bir umut manifestosu.
Bu yazıyı yazarken düşündüm: Bizler bazen en küçük zorlukta pes ederken, o bütün imkansızlıklara rağmen yeniden doğmayı seçmişti.
Mutlu Kaya’nın hikayesi bize şunu hatırlatıyor: Hiçbir karanlık sonsuza kadar sürmez ve bazen, bir insanın gözlerindeki ışık, bütün bir kentin umudunu aydınlatabilir.
O yüzden, ben bugün bir gazeteci olarak değil, bir insan olarak minnet duyuyorum. Çünkü bir mucizeye tanıklık ettim ve o mucize, bize yeniden yaşamayı, yeniden sevmeyi, yeniden inanmayı hatırlattı.
Mutlu Kaya, sadece kendi hikayesini değil, hepimizin içindeki sönmüş umutları da yeniden uyandırdı.
Bugün bir gazeteci olarak, sadece bir habere değil; hayata, dirence, insanın yeniden doğma gücüne tanıklık ettim ve bu tanıklık, bana yeniden umut verdi.
Mutlu Kaya’yı izlerken içimden sadece bir cümle geçti:
“Hayat bazen sahnede değil, hayata inat yeniden sahneye çıkanlarda gizli.”
Saygıyla, onurla, yürekle…