Türkiye’de son zamanlarda yaşanan olayları, özellikle gazetecilik çerçevesinde gelişen hadiseleri izlerken ister istemez geçmişi hatırlarken buluyorum kendimi. Günümüzden yaklaşık 25 yıl önceydi. Mesleğe daha yeni adım attığımız yıllar…O zamanlar internet yok, özel televizyonlar daha yeni kuruluyor. Bizimse kanımız kaynıyor, zıpkın gibiyiz.

Ama öyle heyecanlı, öyle hevesliyiz ki, geceleri kimseye haber vermeden haber merkezindeki abilerimizin fotoğraf makinasını aşırıp, acil servis önünde nöbet tutardık. Parasızdık, neredeyse açlık sınırında yaşar, bir sigarayı bile birlikte içerdik. Ama içimizde öyle müthiş bir heyecan, öyle büyük bir meslek aşkı vardı ki sabahlara kadar acil servislerin, karakolların önünde nöbet tutar, dayak yer, küfür yer, yine de “of” bile demeden işimizi yapardık. Hele sayfada imzamız çıktığı zaman, bütün dünya bizim olurdu.

O zamanlar meslek büyüklerimizden gördüğümüz, bu mesleğin yazılı olmayan kuralları vardı. Mesleğe, meslek büyüklerine, haber kaynaklarına saygı vardı. Gazeteci, bir ortama girdiğinde insanlar ayağa kalkar, mesleğe en üst düzeyde saygı gösterilirdi. Mesela haber için bir yere gidildiğinde nezaketen sadece bir çay içilirdi, kimsenin yemeğini bile yiyemezdik. Bu basit bir şey gibi görülebilir ancak bizim meslekte anlamı çok büyüktü. Aksine davrananlar dışlanır, ayıplanırdı.

“Gerekirse kalemini kır ama satma”

Meslek büyüğümüz, üstadımız merhum Sedat Simavi’nin bu sözleri beynimize mıh gibi çakılıydı. O zamanlar gazeteciliğin namusu vardı ve kimse bunu yere düşürmeye cesaret edemezdi. Aradan yıllar geçti. Her geçen yıl gelişen teknoloji gazeteciliği kolaylaştırsa da etik değerlerimizi bir bir kaybettirdi bize. Hayatın her alanında olduğu gibi gazetecilikte de yozlaşmalar, çürümeler başladı.

Ve öyle bir gün geldi ki “namuslu gazeteci” sözlerini duymaya başladık. Sahi kimdi bu “namuslu gazeteciler”? Gazetecilik zaten namus mesleği, onur mesleği, şeref mesleği değil miydi? Hangi ara bu ulvi sıfatları taşıyan mesleği yapanlar “namuslu” ve “namussuz” olarak ikiye ayrılmaya başladı?

Hangi ara başladı biliyor musunuz? Sokakta, dağda, savaşların içinde, canını hiçe sayarak haber peşinde koşan, ter döken, namusuyla, şerefiyle evine ekmek götürenler değil de tepeden inmelerin haber merkezlerinin başına geçirilmesi ile başladı.

Bu mesleğin etik değerlerinden habersiz üç beş torpillinin haber merkezlerini ellerine geçirmesi ile başladı bu. Tabi bunların atanması da tesadüfi değildi. Çünkü özellikle FETÖ’nün etkin olduğu dönemlerde, bu paralel yapının bir anda parlattığı bir takım gazetecilerin insanların hayatını nasıl kararttığını hepimiz gördük.

Bunların çoğunun maşa niyetiyle o haber merkezlerine atandığını da biliyoruz. Ve tabii ki sokağın tozunu yutmadan, muhabiri, haberi, haberin namusunu bilmeden o kadar büyük bir gücü eline geçiren bu torpilliler, mesleğin namusunu yere düşürmekten hiç ar etmediler.

Çünkü onlar için gazeteciliğin namusu önemli değildi. Bir yandan birlikte çalıştıkları insanları ezdiler, sömürdüler, diğer yandan da bu mevki ve makamlarla kendilerine rant devşirmeye çalıştılar. İş insanlarına aracılık edenler, milyon euroluk arabuluculuklar, şantajlar, tehditler, para karşılığı haber yapmalar, para için insanların şerefiyle, haysiyetiyle oynamalar ve sayamayacağım birçok rezilce, onursuzcu, haysiyetsizce davranış hep bu şekilde yapıldı.

Biz bu kadar rezalete bile şaşırırken, bir gün organize suç örgütü lideri şüphelisi olan Sedat Peker çıkıp, “namusu maaşı kadar olan gazeteciler” diye bir laf etti. Ardından da bazı gazetecilerle ilgili iddialar, ses kayıtları ve birbirini tamamlayan bilgiler çıktı ortaya. Sonra biraz araştırınca gördük ki aslında gazetecilik maskesi altında neler neler yapılıyor?

Sedat Peker’in bu lafı, bahsettiği kişileri etkilemişe benzemezse de ben ve benim gibi meslektaşlarımın çok ağırına gitti. Çünkü bu kutsal meslek bunu hak etmiyor.  Namusuyla, şerefiyle bu işi yapanlar evinin kirasını, elektriğini, suyunu, doğalgazını, telefonunu ödeyemezken birileri milyon eurolarla oynuyor.

Yapmayın, yazıktır, günahtır. Bu kutsal mesleğe bu kötülüğü yapmayın. Bu mesleğin onurunu, şerefini kirletmeyin. Emin olun ki bu mesleğe sürülen her kara leke, her birimizin alnının tam ortasına sürülmektedir. O nedenle bugünden itibaren tüm meslektaşlarıma bir çağrıda bulunmak istiyorum.

Gelin, hep beraber medyada bir temiz eller operasyonu başlatalım. Bunu yapmak için polise, savcıya, hakime ihtiyacımız yok. Tamamen kendi içimizde, kendi imkanlarımızla yapalım bunu.  Mesela bugünden tezi yok, meslek büyüklerimiz kendi ve ailelerinin malvarlıklarını açıklayarak buna öncülük edebilirler. Dürüstçe hepimiz malvarlığımızı açıklayalım.

Belki o zaman bu mesleğin namusunu düştüğü yerden kaldırabilir ve meslektaşlarımızın içine girmiş “namuslu gazeteci”, “namussuz gazeteci” fitnesini ortadan kaldırabiliriz. Niye bu teklifte bulunuyorum? Çünkü bugüne kadar olan olmuş zaten. Bunu yaparsam belki bu şekilde mesleğimizin yarınını kurtarabiliriz. Unutmayın, mesleğimizin geleceği, bu ülkenin ve evlatlarımızın geleceğidir.

YeniJournal’da yayımlanan köşe yazıları, yazarların kendi görüşlerini yansıtmaktadır. Yazıların tüm hukuki sorumluluğu yazarlara aittir.