'BİR AİLE GELENEĞİ' ARTIK...

Kaybettiğin bir insanın ardından yalnızca kendisini değil, temsil ettiği bütün bir hayat biçimini de kaybediyoruz.

Kısa süre önce dedemi kaybettim. Kelimelere dökmek zor, çünkü kaybettiğim sadece bir insan değil. Onunla birlikte bir yaşam biçimi, bir dönem, bir kültür ve belki de ailemizin hafızasının en değerli parçalarından biri de gitti.

Çocukluğumun en güzel anıları onunla başlar. Daha ilkokul sıralarından küçük bir çocukken yaz tatillerinde Mazıdağı’na geldiğimde otobüsten inince ilk karşıladığım yüz dedeminkiydi. O güven veren bakışları, şakaları, sıcaklığı, elimi tutuşundaki huzur… Beni eve götürürken yol boyu anlattıkları, küçük esprileriyle yorgunluğumu unuttururdu. O karşılamalar çocuk kalbime şunu öğretmişti: Ne kadar uzağa gidersen git, dönecek bir yerin ve seni bekleyen biri varsa, hayatta hiçbir zaman yalnız değilsin.

Dedem için hayatın en kıymetli köşesi bahçemizdi. Sabah ezanıyla birlikte uyanır, namazını kılar ve ilk işi bahçeye koşmak olurdu. O bahçe onun için sadece toprak değildi; orada yeşeren her fidan, dalları göğe uzanan her ağaç, onun gözünde bir evlat gibiydi. Onları sularken gösterdiği özen, aslında hayatın kendisine duyduğu sevginin yansımasıydı. Bir ağacı sularken yüzünde beliren huzur ifadesini görürdünüz; o an anlardınız ki dedem için bahçe bir yaşam alanından çok daha fazlasıydı — kendi varlığının bir parçasıydı.

Bahçedeki kahvaltılar ise hayatımda tattığım en özel sofralardı. Dedem hep erken kalkar, kendi kahvaltısını hazırlayıp bahçeye otururdu. O kahvaltılar, bir çocuğun belleğinde asla silinmeyecek izler bırakır. Belki sofrada çok basit şeyler olurdu: biraz peynir, biraz zeytin, bazen de kendi elleriyle hazırladığı domates ya da salatalık. Ama o sofranın tadı, başka hiçbir yerde bulunmazdı. Çünkü o kahvaltıyı değerli kılan şey yiyecekler değil; dedemin emeği, sevgisi ve varlığıydı. Bugün bile kahvaltı denilince aklıma ilk gelen şey, o bahçede dedemle yan yana oturduğum sabahlar olur. Ve ben artık her Mazıdağı’na gittiğimde tıpkı onun gibi o basit kahvaltıyla güne başlayacağım.

Dedem çalışkanlığıyla da örnekti. Hayatta hiçbir işini başkasına bırakmazdı. Yırtığını kendi diker, söküğünü kendi kapatırdı. Hatta kasketini bile kendi yapmıştı. Saatinin kayışı bozuldu mu, deri parçasını alır, keser, biçer, yeniden kayış yapardı. Onu iş başında izlemek bana hep şunu düşündürürdü: İnsan, kendi emeğiyle ayakta durur. Dedem, yaptığı her işte sadece el becerisini değil, aynı zamanda hayata karşı duyduğu sorumluluğu da gösterirdi. Çalışmayı sevmesi, üretmekten aldığı zevk, onun karakterinin temel taşlarından biriydi.

Bahçemizin başka bir değeri de su kaynağıydı. Yüzlerce yıldır akan bu doğal pınar, ailemizin ve bütün mahallenin bereketi olmuştu. Yazın buz gibi soğuk, kışın sıcacık akan bu su, Osmanlı döneminde dedemin dedeleri tarafından alınmış topraklardan doğuyordu. Mahallede herkes bu sudan faydalanırdı. Dedem, her fırsatta şu sözleri söylerdi:

“Babam da, dedelerim de bu sudan içti. Şimdi ben ve çocuklarım da içiyoruz. Bu su aktıkça ailemiz de burada yaşamaya devam edecektir.”

O sözler, aslında onun hayata bakışının özeti gibiydi. Dedem için su, yalnızca bir ihtiyaç değil; geçmişle gelecek arasında akan bir bağdı. O suyu içerken aslında köklerimize, geçmişimize ve geleceğimize bağlanıyorduk. Dedemin inancı, ailemizin bereketini o kaynağın sürekliliğine bağlamasıydı. Bugün düşündüğümde, bu sözlerin ne kadar derin olduğunu daha iyi anlıyorum.

Dedem sadece bir aile büyüğü değil, aynı zamanda bir hayat öğretmeniydi. Çalışkanlığıyla bize emeğin değerini, kahkahalarıyla hayatı hafif almayı, sabah bahçeye koşmasıyla doğaya ve yaşama bağlı kalmayı öğretti. O, hem çok ciddi hem de çok neşeli olabilen bir insandı. Bir yandan her işini kendi görecek kadar disiplinli, diğer yandan yaptığı şakalarla herkesi güldürecek kadar hayat doluydu.

Onu kaybetmek, bizim için büyük bir boşluk. Ama aynı zamanda geriye bıraktığı izler, sözler, davranışlar, anılar hâlâ bizimle. O bahçede bir ağaç gölge veriyorsa, o suda hâlâ serinlik varsa, o sofraların tadı hâlâ aklımızdaysa, demek ki dedem bizimle yaşamaya devam ediyor.

Bugün ona veda ederken içimde büyük bir özlem var. Ama bu özleme eşlik eden bir minnet de var. Çünkü dedem bize sadece güzel hatıralar değil, aynı zamanda yaşamanın anlamına dair bir rehber bıraktı.

Yattığın yerde rahat uyu dedem. Seni çok özleyeceğiz. Ama senin hikâyen, o su gibi akmaya, o ağaçlar gibi kök salmaya devam edecek. Ve ben yine o kahvaltıları senin bıraktığın o ağaç gölgesinde yapmaya devam edeceğim. Çünkü bu benim için “bir aile geleneği” artık…