Biz aslında çok mutlu olacaktık da, zamansız ayrılıklar, vakitsiz ölümler çok  yaraladı bizi.

Hep hayal ederken gelecek güzel günleri, anda kalıp o anın tadını çıkarmayı hiç beceremedik nedense?

İlla yetişilmesi  gereken yerler, bitirilmesi gereken işlere koştururken, durup dinlenmeyi, nefes almayı düşünemedik hiç. Soluğumuz kursağımızda, heveslerimiz gırtlağımızda takılı kaldı bu yüzden!

Geçim derdi vardı hep aklımızın bir yanında. Yarınları düşünmeyi umutla değil, kaygıyla öğretti bize büyüklerimiz. Tasarrufun öneminden dem vurdular da, ölümün ani olduğunu, demlikte kalan çayın içemeden soğuyacağını kimse söylemedi bize. Annem o sabah yine kahvaltı hazırlamış ama uyandıramamıştı ne yazık ki babamı. O çok sevdiği çayı  bir bardak dahi ve son kez içemedi  benim babam. Çay demlikte acıdı, katran karası oldu o sabah. O günden beri  bize de eski demi, eski  tadı yok artık  çayın. İçmeye içeriz dostun hatrı kalmasın diye de tadı hep buruk, acısı hep taze artık bize?

Bundan tam yirmibeş yıl önce bugün bir çiçek gibi taptaze, bir akarsu gibi dupduru, tek kızkardeşim henüz onsekizinde yitip gitti hayatımızdan. Acısı geçti, yerine büyük bir özlemdi kaldı zannederdim hep. Ta ki yeni bir kayıp ile aslında acının geçmediği, derinlerde bir yerde sinsice saklandığı tokat gibi çarptı yüzümüze babam da gidince!

Yitip giden, senin hayatının bir parçası aslında. Kör, topal, dilsiz kalıyorsun. Alıştım zannettiğin o eksik yanının acısı başka bir kayıpla çığ gibi büyüyüp yıkılıyor üstüne. Yaşamayan bilmez ama bununla yaşamaya da alışıyorsun bir şekilde. Acı hep bir yerlerde duruyor ve senin başka bir acıyla sarsılmanı bekliyor  aslında sinsice. Sen her defasında ayağa kalkıp, inadına gayret ediyorsun hayata bir yerlerden tutunmaya. Elini tutanlar, sana omuz verenler varsa hayatında çok şanslısın. Bu büyük bir nimet deyip devam ediyorsun yoluna. Hayat, bu düşe kalka yürünen yoldan ibaret işte. Mutluluk zannettiklerimiz de  yolda rastladığımız bir iki hoş manzaranın toplamı aslında.

Bir de ayrılıklar, hasretler var insanın içine dert olan. Yersiz can yakan sözler, dostun ihanetleri. Güvendiğin dağlara yağan karın soğuğunu hiçbir odun ateşi kesmiyor bu yüzden. Biraz hüzün, çokça gözyaşıyla söndürmeye çalışıyorsun yangınını. Düşe kalka geçiriyorsun böylesi dönemleri. Dizlerindeki sıyrıklara, kalbindeki kırıklar, gönlündeki yorgunluklar eşlik ediyor. Neyse ki zaman diye bir şey icat edilmiş de son çare kendini onun kollarına teslim ediyorsun. O bilir elbet işini.

Her insan bir dünya, her ölüm o dünyanın kıyameti derler. Gidene mi zor, kalana mı bilinmez. Kalana zormuş yaşadım bilirim, gidene sormak mümkün değil, haksızlık edemem der susarım Boğazım düğüm düğüm epeydir bu yüzden.

Yarayı, yarası olan görür, acıdan acıyı çekenler anlar. En sevdiğimiz insanlar en çok ortak payda da buluşabildiklerimiz, acıyı en çok bölüşebildiklerimizdir yaradılıştan. Muhabbete adam çok, aslolan derde yarenlik edebilenleri bulmakta.  Onlar, zarif bir hanımefendinin narin boynunu süsleyen güzide bir pırlanta gerdanlık, bir gün batımı seyirlik deniz manzarası, sıcak yaz gününde tene serinlik veren bir meltem rüzgarı misali hayatı yaşanılır ve vazgeçilmez kılan! İyi ki var diyebildiklerimiz, ailemiz, sevdiklerimiz. Bahar yine geldi, vakit yeniden  çiçek açma, yaralarına inat yeniden yaşama vakti. Bahçenizin çiçeklerini, gönül yoldaşlarınızla şenlendireceğiniz baharlardan olsun bu bahar.

Yeni Journal’da yayımlanan köşe yazıları, yazarların kendi görüşlerini yansıtmaktadır. Yazıların tüm hukuki sorumluluğu yazarlara aittir.