Ankara kulisleri yine hareketli. Kiminle otursanız, kimle çay içseniz, aynı cümle: “Ali Babacan AK Parti’ye dönüyormuş…”
Birileri bu söylentiyi öyle ustaca yayıyor ki, sanki Babacan yarın Beştepe’ye çıkacak, kapıdaki güvenlik bile “Hoş geldiniz Sayın Bakanım” diyecek. Oysa durum bundan çok uzak.
Dün DEVA Partisi’nden birkaç üst düzey yöneticiyle uzun bir sohbet ettim. Merak ettim, bu “dönüş senaryosunu” bizzat sordum. Aldığım yanıt netti, hem de kararlı bir tonda:
“Bunlar tamamen hayal ürünü. Babacan’ın geri dönme gibi bir düşüncesi yok.”
Yani ortada ne bir temas var, ne bir davet, ne de bir niyet. Ama Türkiye siyasetinde bir alışkanlık var: Her kim ayrılırsa, bir süre sonra mutlaka “geri dönüyor” denir.
Tıpkı, siyasette herkesin bir gün kavuşacağına inanılan o hayali “büyük merkez” gibi…
Ali Babacan, AK Parti’den ayrılırken sadece bir partiden ayrılmadı; bir zihniyetten, bir yönetim tarzından, bir anlayıştan da koptu.
DEVA’yı kurarken de zaten “farklı bir dil, farklı bir siyaset” iddiasıyla yola çıktı. O yüzden, bugün yeniden eski binaya dönmesini beklemek, hikayenin ruhunu hiç anlamamaktır.
Elbette siyasette köprüler hiçbir zaman tamamen yıkılmaz. Ama bazı yollar da geri dönülmez şekilde kapanır.
Babacan için o yol, artık tek yönlü. Bu söylentilerin kaynağını az çok tahmin etmek güç değil.
Bir kısmı, DEVA’nın tabanında moral bozmaya, bir kısmı da AK Parti’de “bakın herkes bize geri dönüyor” havası yaratmaya yönelik hesaplar.
Ama siyaset, her zaman söylentilerle değil, gerçeğin soğukkanlı ağırlığıyla ilerler.
Ve gerçek şu:
Ali Babacan bugün hala kendi yolunda, kendi temposunda ilerliyor.
Belki sessiz, belki fazla iddialı değil ama yönü belli.
Dönüş değil, istikamet meselesi bu.
Kısacası;
“Babacan dönüyor” cümlesi güzel bir manşet olabilir, ama kötü bir gerçek olur.
Çünkü o köprüden bir kez geçildi ve dönüş yok.