Akşener'in açıklamalarından öne çıkanlar şu şekilde:

Sayın Erdoğan'ın bizzat kaleme aldığı 20 yıllık büyük trajedinin artık yavaş yavaş sonuna geliyoruz. 20 yıl önce hak, adalet ve hürriyet yoluna çıkıyoruz diye başa gelenler 20 yılın sonunda zulüm ve istibdat yoluna acente oldular.

2002 yılının Kasımının serin bir pazar günü milletimizi Avrupa'ya götüreceğiz diye yola çıkanlar, hatırlayın gündüz vakti atılan havai fişeklerini... 20 yılın sonunda Avrupa'ya gidecekken gider ayak Orta Doğu'yu memleketimize getirdiler. Topraklarımız bir göç koridoruna, bir göçmen deposuna ve bir kaçak hendeğine dönüşmüş durumda.

AK Parti'nin berbat göç politikasının ortaya çıkardığı ekonomik, toplumsal, insani ve güvenlik sorunlarının çözümü için İYİ Parti olarak 2019 yılı Haziran ayında Antalya'da İYİ Parti Genel Başkanı olarak sayın Erdoğan'a seslenmiştim.

2019 yılında Antalya’da İyi Parti Genel Başkanı olarak sayın Erdoğan’a seslenmiştim.  ‘Sayın Erdoğan, bu göç meselesi Türkiye’yi çok kötü bir yere doğru götürüyor. Türkiye’yi hendek yaptınız.’ demiştim. Erdoğan’a bir teklifte bulunmuştum. Senin ergen bir sinirin var, bu siniri aşamıyorsun ama Türkiye iyi bir yere doğru gitmiyor, demografisi değişecek, ekonomisi zora doğru gidiyor. Aşırı derecede bir ahbaplıktan aşırı bir düşmanlığa döndüğünüz zaman adım atmak zor olur. İşin psikolojisi bu. İyi Parti Genel Başkanı olarak beni devlet olarak görevlendir, ben gideyim Suriye’ye, Esad ve onun çevresiyle görüşeyim. Ülkemizde Suriye’den gelen göçmenleri Esad’la el sıkışıp ülkelerine gönderelim.

Karşılık olarak her türlü hakarete ve çirkinliğe maruz kaldım. 2019 yılı aralık ayında o zaman İstanbul milletvekilimiz olan Ümit Özdağ’ın önerisi, güvenlik politikaları başkanımız Aytun Çıray’ın başkanlığında Ankara’da bir çalıştay düzenledik."

O çalıştayın sonunda çıkan yol haritasını ben İyi Parti Genel Başkanı olarak milletimizle paylaştım. O zamandan beri de vatandaşlarımızdan gelen şikayetlere kulak vererek iktidara geldiğimizde farklı sığınmacı tiplerine yönelik uygulayacağımız politikaları tanımlamaya, çözümlerimizi güncellemeye devam ettik."

Göç çalışmamızda emeği geçen bütün arkadaşlarımıza teşekkür ederim.  Mesela çok enterasan bir sonuç paylaşayım sizlere, Suriyeli sığınmacıların Türkiye’de kalması halinde bu doğum hızıyla 2053 yılında Türkiye’nin nüfusunun 35 milyonu Suriye kökenli insanlardan oluşacak.

Demografi diye söylemlerimizin arkasında işte böyle bir sonuç var. Yapılması gerekenler konusunda iktidarı uyarmaktan geri durmadık, durmayacağız. Muhalefette olsak bile Türkiye’nin yönetiminin devralmaya hazır bir siyasi partinin sorumluluğu ile harekete ettik.

Peki iktidar ne yaptı?  Son günlerde bir kez daha gözlemlediğimiz üzere sorunu görmezden gelmeye, zigzaglar çizmeye, yalpalamaya devam etti. Birbiriyle çelişen, tutarız ve lakayt  açıklamalarla insanlarımızı tedirgin etmekten çekinmedi.

Ensar - muhacir kavramları üzerinden konuyu bağlamından koparıp ideolojik arayışları çerçevesinde tarif ederek siyasi tabanını konsolide etmeye çalıştı. Bir yanda da muhalefetin bu konudaki gündemini çalma arayışına girerek beton ve briket üzerinden ürettiği sözde çözümlerle günü kurtarmaya gayret etti."

Bunun sonucunda 2019 yılında ülkemizde 4 milyon sığınmacının varlığını tartışırken bugün geldiğimiz noktada 6- 6,5 milyon sığınmacı ile karşı karşıya olduğumuz söz konusu.

Artık açık şekilde ortaya çıkmıştır ki sığınmacı sorununu meseleyi çözmek yerine polemikle geçiştiren, inancımız üzerinden hamasi konuşmalarla basitleştiren, 80 ülkeye vizeyi kaldırmakla övünüp, 250 bin dolara vatandaşlık satarak,  cari açığı çözdüğünü düşünen, Sayın Erdoğan’ın,  sığ zihniyeti ile çözemeyiz."

İyi Parti olarak bizim hedefimiz,  sığınmacıların, gayri insani bir çerçevede ülkelerine sürülmesi değil,  dönüşlerinin kolaylaştırılmasıdır.

Bu çerçevede, Türkiye’de kalışlarını caydıracak tedbirleri almayı da, bir gereklilik olarak görüyoruz. Bu kapsamda;  başta Avrupa Birliği olmak üzere,  sığınmacılara yönelik geliştirilen projelerin de artık,  sığınmacıların, memleketlerine dönüşlerini,  kolaylaştırmaya odaklanması gerektiğini düşünüyoruz.

Bunlara paralel olarak;Şam’da kim iktidarda olursa olsun, Suriye ile ilişkilerimizin, yapıcı bir diyalog zeminine oturtulması gerekiyor. Ayrıca; Avrupa Birliği ve bölgedeki diğer aktörlerin de, artık gerekli sorumluluğu almaları için, aktif bir dış politika yürütülmesinin, kritik bir zorunluluk olduğunu görüyoruz.

Bütün bu çabalarımızın hedefi, ülkemizin güvenliği ve esenliğidir. Sorunun merkezinde, sonuçta insanlar olduğundan, politikalarımızı da, bu gerçeğin farkındalığıyla şekillendiriyoruz. İktidarın düşmanlaştırma arayışlarının, ne milletimize, ne de memleketimize bir faydası olamaz. Bunu defalarca gördük, defalarca yaşadık. O nedenle biz, İyi Parti olarak; ülkemizin her kritik meselesinde olduğu gibi, Sığınmacı ve kontrolsüz göç konusunda da, makul, akılcı ve soğukkanlı bir yaklaşımla hareket etmeye devam edeceğiz.

Bu perspektiften hareketle, buradan bir çağrıda bulunmak istiyorum: Bugün artık, geçici koruma statüsünü ve düzensiz göç hareketliliğini belirleyen,“Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunu” üzerinde konuşmanın, ve gerekli değişikliği yapmanın vaktidir. Biz, Gazi Meclis’imizin, bu önemli sorunumuzun çözümünde, bir tartışma, istişare ve başarılabiliyorsa, bir uzlaşma zemini olduğuna inanıyoruz. Milletimizin acil çözüm beklediği, böyle bir meseleyi, Millet’in Evi’nde konuşabilmek ve çözüme bağlayabilmek, en başta bize kendisini temsil etme yetkisini veren, aziz milletimize karşı görevimizdir.

Bu mesele, bize göre de partiler üstü bir meseledir. O nedenle diyoruz ki; Gelin, özel bir oturumda ve milletimizin gözleri önünde, meseleye bakışımızı ve çözüm önerilerimizi ortaya koyalım. Gelin, milletimizi ve memleketimizi, bu cendereden birlikte çıkartalım.

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı, Sayın Şentop’un, bu haklı ve meşru çağrımıza, kayıtsız kalmayacağını umut etmek istiyor, bunun esasında, milletimizin acil bir çağrısı olduğunu, milletimizin huzurunda bir kez daha hatırlatmak istiyorum

Aziz milletim; ülkemiz uzun zamandır, bir kişinin şahsi inatlarının, kavgalarının, taleplerinin ve kaprislerinin peşinde, uçuruma sürükleniyor. Milletin iradesi, ihtiyaçları ve istekleri hiçe sayılırken; ekonomiden eğitime, ulaşımdan sağlığa kadar, her şey; tek bir kişinin keyfine göre, liyakatsiz kadrolar tarafından, beceriksizce yönetiliyor. Bu yüzden de; kendimizi her yeni günde, yeni bir krizin içerisinde buluyoruz.

Bu devlet krizinin mimarı, Bay Kriz ise; durup düşüneceği, gerçeklerle yüzleşeceği, hatta memleketi rahatlatmak için, sandığı getireceği yerde; sebep olduğu krizleri, derinleştirmeye, bozuk plak gibi konuşmaya, ve hatalarında ısrar etmeye devam ediyor.

Bay Kriz inatla;“Faiz sebep, enflasyon sonuç.” diye ahkam kestikçe; “Ben ekonomistim.” diye, kürsü kürsü gezdikçe; işin ehli hiçbir insanı dinlemeyip, bildiğini, daha doğrusu, bilmediğini okumaya devam ettikçe, milletimizin içinde bulunduğu kriz ortamı, maalesef daha da derinleşiyor. Bu inadın bedellini de milletimiz, yokluk, yoksulluk, pahalılık ve işsizlik olarak ödüyor.

Nitekim bugün gelinen noktada; TÜİK’in açıkladığı enflasyon oranı bile, yüzde 70 oldu. Yani, kıskandıran bir performansla, enflasyonda Arjantin’i sollamış olduk.

Türkiye, hızla fakirleşirken, gençlerimiz işsiz kalırken, pahalılık altında ezilen insanlarımızın sofralarından, her gün lokma eksilirken, aynı zamanda, bir barınma kriziyle de karşı karşıyayız. Dünyada konut fiyatlarının, 2 yıldır en fazla arttığı ülke konumuna geldik. Kamu bankalarının, kaynakları yanlış dağıtması sonucunda, binlerce konut satılmasına rağmen, konut sahipliği oranı giderek düşüyor.

Bugün İstanbul’da, 4 kişilik orta gelirli bir hanenin oturduğu,105 metrekarelik bir evin kirası, asgari ücretin 1.3 katına çıkmış durumda. Evet, yanlış duymadınız, 1.3 kat. Hatta;daha bu hafta, “müjde” diye açıklanan, ama aslında, vatandaşın konut alma ihtimalini, daha da imkansız hale getiren, konut kampanyası, barınma krizini, daha da derinleştirecek. Nitekim Bay Kriz, bu sözüm ona müjdeyi verdikten sonra, konut fiyatları, bir gecede yüzde 10 arttı.

Daha önce bu kürsüden söyledim, bugün bir kez daha anlatmak istiyorum; konut fiyatlarındaki artış, kamu bankalarının, enflasyonun yüzde 50 altında faiz oranlarıyla, konut kredisi vermesiyle inmez. Faizleri düşürüp, konut fiyatlarının düşeceğini beklemek, Bay Kriz’in masalsı hayal dünyasında mümkün olsa da, maalesef Türkiye’nin gerçekleriyle örtüşmez. Bu çarpık sistemde, dar ve orta gelirli vatandaşlarımız ev sahibi olamaz. İki sebepten dolayı olamaz: Bir: Konut fiyatları, daha da arttığı için olamaz. İki: Finansmana erişimi olmadığı için olamaz.

Bir milyon liralık, 10 yıl vadeli, yüzde 0,99 aylık faizli kredinin, aylık taksiti ne kadar, biliyor musunuz? 14277 lira. Doğal olarak, ben de sormak istiyorum: Bugünün Türkiye’sinde, hangi işçi, hangi memur, bu taksiti ödeyecek de, ev sahibi olabilecek?

İşte o nedenle; “Müjde” diye ambalajlanmak istenen bu kampanya, kamu kaynaklarının, yine, yeni ve yeniden, inşaat sektörüne aktarılmasından, ve servet transferinden başka bir şey değildir.

Buradan, daha önce iktidara yaptığım bir çağrıyı, yinelemek istiyorum: Çakma müjdelerinizle, milletimizi oyalamaya çalışmayı, artık bırakın. Derhal akılcı adımları atmaya başlayın, insanlarımızı daha fazla mağdur etmeyin. Bir an önce kamu kaynaklarını doğru yönlendirip, TOKİ’nin asıl faaliyet alanına, yani, dar gelirli vatandaşlarımıza, yaşanabilir konutlar inşa etmeye, daha büyük bütçelerle odaklanmasını sağlayın.

Ama tek başına TOKİ’ye ek kaynak ayırarak, dar ve orta gelirli vatandaşlarımızın, barınma krizini çözemezsiniz. İnşaat girdileri, sabit kalmadığı sürece, kaynak aktarmak çözüm olmaz.

Çünkü; 20 milyar liralık kaynak, bugün 20 bin konutun tamamlanmasını sağlarken, bir türlü önünü alamadığınız, enflasyondaki artış nedeniyle, bu kaynakla, ilerleyen dönemde, ancak 10 bin konutu tamamlayabilirsiniz.

Yani; maliyetler düşmediği sürece, küçük ölçekli müteahhitlere, uygun kredi vermek sorunu çözmeyecektir. O yüzden, konut satışını teşvik edecek devlet desteği yerine, konut üretimindeki girdileri ucuzlatacak, sanayi yatırımlarına teşvik verin. Böylece hem müteahhit, hem de sanayicimiz kazansın.

Ayrıca; konut fiyatlarının en fazla arttığı, İstanbul ve Antalya gibi illerimiz, aynı zamanda, yabancılara gayrimenkul satışlarının da, en fazla olduğu iller. O nedenle, buralardaki yabancılara gayrimenkul satışlarına, mutlaka kısıtlama getirin. Boş ev vergisi uygulayarak, bir fon oluşturun. Bu fonu da, dar gelirli vatandaşlarımızın, konut ihtiyaçlarını karşılamada kullanın.

Biz her hafta buradan, memleketimizin yakıcı meseleleriyle ilgili, çözümler anlatırken, önerilerde bulunurken; Bay Kriz ne yapıyor dersiniz? Adeta kendi eseriyle gurur duyar gibi, ülkemizi içine düşürdüğü vahim tabloyu, izlemeye devam ediyor. Elinde bir tek çekirdeği eksik…

İzlemekten sıkıldıkça da, kürsüye çıkıp, bol miktarda esiyor… Artık alışkanlık haline getirdiği, “Bol nasihat, sıfır icraat” siyaseti, kaldığı yerden, aynen devam ediyor.

Neymiş? Bir şükürsüzlük, bir tatminsizlik, bir karamsarlık, almış başını gidiyormuş… Yani, milletimizin aslında her şeyi varmış, ama şükretmeyi bilmiyormuş. Yani, Bay Kriz ve avanesi her zamanki gibi ak kaşık, suçlu yine milletimizmiş… Vay be… Terörist demişti. Nankör demişti. Millete ettiği hakaretler repertuarına, şimdi de “şükürsüzü” ekledi. Milletiyle bağını tamamen koparmış şu zihniyete bir bakar mısınız? Yazıklar olsun.

Buradan, Sayın Erdoğan’a sesleniyorum: Önce “sabır” dedin, baktın taş çatladı; şimdi de şükre mi sığınıyorsun? Önce milleti kutuplaştırdın, baktın o da tutmadı; şimdi de, Allah ile kul arasına mı girmeye çalışıyorsun? Günahtır, günah!

Sen hiç merak etme; Bizim milletimiz, her şartta ve her koşulda, şükretmesini gayet iyi bilir. Saray hayatı seni bozduğu için, belli ki unutmuşsun ama; Anadolu’muzda; “nasılsın?” sorusunun cevabı bile; “Şükür” ile başlar. O yüzden bayat tavsiyelerini kendine sakla.

Ama, “Yook ben illa akıl vermek istiyorum. Şükürsüzlere şükrü öğretmek istiyorum.” diyorsan da; Hay hay… O zaman, mesela git; doymak bilmeyen yandaşlarına, şükretmeyi öğret! Mesela git; 5-10 maaş alan danışmanlarına şükretmeyi öğret! Mesela git; 15 maaş alan genel müdürlerine şükretmeyi öğret! Mesela git; İhale arsızı müteahhitlerine şükretmeyi öğret! Mesela git; ATM memurlarına, pudra şekeri sevdalılarına şükretmeyi öğret!"

20 yılda ülkeyi getirdiğin vahim hale bak. 20 yılda kendini düşürdüğün acınası duruma bak. Bizzat kendisinin sebep olduğu yokluğa, milletinden şükür bekleyen bir Cumhurbaşkanı… Gerçekten ibretlik. Elinden alınanlara şükredilmez Sayın Erdoğan! İnsan, sahip oldukları için şükreder.

Ama merak etme, az kaldı. Memleketin heba ettiğin kaynaklarını; Milletimizin cebinden aldığın paraları; gençlerimizin çaldığın hayatlarını, biz geri vereceğiz! İşte o zaman milletimizle; El ele, kol kola, hep beraber, her zaman olduğu gibi yine şükredeceğiz!

Ama senin derdin, milletimizin şükretmesi değil. Sen aslında milletimizin, “razı” olmasını istiyorsun. Bunun için de, her zamanki gibi, beceriksizliğine kılıf arıyorsun. Bunu da, yüce dinimiz üzerinden yapabileceğini sanıyorsun. Dün nasıl, Nass’ı kullandıysan, Bugün de, “şükrü” siyasi menfaatin için kullanıyorsun.

Kendine gel Sayın Erdoğan! Allah’ın kelamıyla siyaset yapılmaz. Yüce dinimiz ne buyuruyor? “Kutsal değerleri kullanarak çıkar sağlayanların, bu sayede yiyip içtikleri şeyler, gerçekte cehennem ateşidir.”

Milletimiz elbette şükretmeyi çok iyi bilir. Hayrın ve şerrin, Allah’tan olduğuna imanımız tamdır. Ama sen, Allah’ın emirlerini bile, şahsi menfaatlerine kalkan yapmaya kalkıyorsun. Sen şükürden bahsediyorsun, ilk Cuma’da Diyanet, “Şükredin” diye fetva veriyor. Böyle utanmazlık olur mu? Milletimizi içine soktuğun cendereden çıkaracak, hiçbir projen yok. Bir de utanmadan çıkmışsın, milletimize aslında “razı olun” diyorsun. Çok beklersin!

Biz elbette Allah’a şükretmeye devam edeceğiz, Ama çevirdiğin dümenlere, anlattığın masallara inanmayacağız. Hırsızlığa, israfa, kayırmacılığa, eyvallah demeyeceğiz. İşlediğin günahlara, milletimize reva gördüğün, bu yokluğa, bu yoksulluğa, bu çileye, asla razı olmayacağız!

Aziz milletim; Sadece Bay Kriz değil. Saraydaki şen azınlık da, saçmalamaya devam ediyor. Mesela; şaklabanlıktan sorumlu saray bakanı; abuk sabuk açıklamalarına, anlamsız esprilerine, aynen devam ediyor.

Hatırlayın, bu arkadaş, geçtiğimiz günlerde; borç içinde yüzen, iflasın eşiğine gelen; ama tüm zorluklara rağmen, üretmeye çalışan sanayicilerimize, kendince verdiği müjdesi, alkışlanmayınca; “Akşam uyuşukluğu… Daha ne istiyorsunuz?” deyip gülmeye başlamıştı.

Son olarak da, geçtiğimiz hafta; herhalde, 84 milyondan toplanan vergileri, “Kur Korumalı Mevduat” adı altında, zenginlerine aktardıkları yetmemiş olacak; “Enflasyon korumalı tahvil çıkartacağız.” diye müjde verdi. Şu işe bakar mısınız? Ben de şimdi, doğal olarak sormak istiyorum: Hani Ağustos’ta enflasyon düşüyordu? Ne oldu? Madem enflasyon düşüyordu, enflasyon korumalı tahvil nereden çıktı?

Bu açıklama, enflasyonu hiçbir zaman düşürmeyeceklerinin itirafıdır. Bu kadar basit.

Yusuf Hâs Hâcib, Kutadgu Bilig’de der ki: “Avam üç zümredir. Bunlardan biri, zenginlerdir. Bunlardan sonra, orta hâlliler gelir. Bunlardan sonra, fakirler gelir. Her şeyden önce, bunlar korunmalıdır. Zenginlerin yükü, orta hallilere yüklenmemelidir; yoksa, bu orta halliler bozulur ve büsbütün sarsılır. Fakiri korursan, o orta hâlli olur. Orta hâlli, biraz kendisini toplarsa, zengin olur. Fakirler orta hâlli olursa, orta halliler zenginleşir. Orta halliler zenginleşirse, memleket zengin olur. Memleket düzene girer ve halk huzura kavuşur.”

Kadim devlet yönetimi anlayışımız böyleyken, Bay Kriz ve avanesi; “Enflasyon Korumalı Tahvil” sayesinde, hazineye borç veren üst gelir grubuna, yani zenginlerine diyor ki; “Siz bize borç vermeye devam edin. Merak etmeyin; biz sizi enflasyona karşı koruruz, enflasyona ezdirmeyiz. Bir de üzerine ilave faiz veririz.”

Yani; “Emekliyi, esnafı, memuru enflasyona ezdiririz. Asgari ücretliyi, EYT’liyi mağdur etmeye devam ederiz. Onlardan topladığımız vergileri de, size veririz.” diyorlar.

Yani; “128 milyar doları peşkeş çektik. Hazineyi tükettik. Rezervleri bitirdik. Artık yurt içinde bile, borç bulamıyoruz. Siz yeter ki, hazineye borç verin; biz milletin sırtına çökmeye devam edeceğiz. Çünkü siz hazineye borç vermezseniz; biz saraylarda oturamayız, yandaşlarımızı besleyemeyiz.” diyorlar.

İşte o nedenle; biz de, bu vahim tablo karşısında, bıkmadan usanmadan soracağız. O sandık gelene kadar, tekrar tekrar, her yerde, her fırsatta, biz de soracağız.

“Yandaşını, zenginini koruduğun kadar, neden milletimizi de enflasyondan korumuyorsun?” diye soracağız.

“Kullandığı mazotta, gübrede, ilaçta, Çiftçi kardeşlerimizi, neden kurdan, enflasyondan korumuyorsun?” diye soracağız.

“Emeklinin, memurun, asgari ücretlinin maaşını, neden gıda enflasyonundan korumuyorsun?” diye soracağız. “Esnaf kardeşlerimizi, fahiş elektrik faturalarının karşısında, neden enflasyondan, kurdan korumuyorsun?” diye soracağız.

Soracağız ki; Devletimizin itibarını yerle bir eden, bu acizler utansın! Soracağız ki; Memleketimizi beş kuruşa muhtaç eden, bu harami düzen utansın! Soracağız ki; beceriksizliklerinin faturasını milletine kesmeye kalkan, bu hadsizler utansın!

Biz sorunca utanmıyorlar mı? O zaman, seçim zamanı geldiğinde, milletimiz hesap soracak. Ak Parti teşkilatları dükkanına geldiğinde, esnafımız hesap soracak. Milletvekili adayları kapısını çaldığında, ev kadınları hesap soracak. Sokaklarda, kahvelerde, sosyal medyada, İşçi, memur, emekli kardeşlerim hesap soracak. EYT’liler, atanamayan öğretmenler, hayatları çalınan gençlerimiz, hesap soracak. Kimsenin şüphesi olmasın. O sandık, er ya da geç, milletimizin önüne gelecek. O gün geldiğinde de, o hesap mutlaka sorulacak, o hesap mutlaka görülecek. Hiç merak etmeyin, az kaldı!

Ak Parti iktidarının, artık Türkiye’ye vereceği bir şey kalmadı. Kendilerini o makamlara getiren milletimize, sırtlarını döndüler, sesini duymuyorlar. Memleketimizin dört bir yanında yaşanan ekonomik kriz, maalesef her geçen gün, daha da derinleşiyor. Ama iktidardakiler, oralı bile değil. Bayramdan önceki hafta, Antalya’daydım. İktidarın oyunları, uydurduğu masallar, söylediği yalanlar, kimsenin umurunda değil. Her yerde tek bir konu var: hayat pahalılığı. Borç altında ezilen, siftahsız dükkânları ziyaret ettim. Kriz şartlarında ayakta durmaya çalışan, esnaflarımızla dertleştim. Mutsuz gençlerle, umutsuz annelerle, hayatta kalmaya çalışan emeklilerle konuştum. Bir dokundum, bin ah işittim.

Mesela; Antalya’da, otobüsümüzün önüne atlayan bir vatandaşımız, ne dedi biliyor musunuz? “Allah’ın adını kullanarak ticaret yapan, Allah’ın adını kullanarak siyaset yapan, bu Ebu Cehil ordusundan bizi kurtarın!” dedi. Ne kadar manidar değil mi?

Mesela; Saat satan bir esnafımız, saati gösterip dedi ki; “12.58 oldu, tek bir müşterim yok. Bu dükkandan, iki aile ekmek yiyor. Şu an, eldeki avuçtakiyle idare ediyoruz. Ne kadar gidebilir bilmiyoruz.”

Mesela; Muratpaşa’da, dönercide çalışan bir emeklimiz, gözyaşları içinde dedi ki; “Emekliyim ben başkanım. Bak 8 tane ocağın karşısında çalışıyorum. 61 yaşında adamım ben. Yazık, günah değil mi bana? Bunca yıl çalıştım, istirahat etmek hakkım değil mi? Ama 2 bin 524 lira emekli maaşıyla nasıl yapayım bunu?”

Bunları bana sormuyor Bay Kriz. Bunları sana soruyor. 1500 lira ev kirası veriyormuş. Kalıyor bin lira. Gel, 1000 lirayla bir ay sen geçin de, görelim bakalım.

Kepez’deki bir dönerci kardeşim de, öğrencilere üzülüyordu. Dedi ki; “Müşteri zaten çok azaldı. Fiyattan dolayı, gramajları az tutmaya çalışıyoruz. Yine de öğrenciler, içecek alamıyor, sadece döner alıyor. Bu dükkânda önceden, 15 kişi çalışıyorduk. Şimdi 5 kişiye düştük.”

Bir dükkânda çalışan, 2 çocuk annesi, emekçi bir kardeşim diyor ki; “Biz geçinemiyoruz. Bir çocuğum, öğretmenlik yapıyor. Diğeri hem okuyor, hem de garsonluk yapıyor. Ev kiramız, 1750 lira. Akşama evde, bulgur pilavı pişirmeyi düşünüyorum.”

Çiğköfte dükkanındaki bir kardeşim, utanıyorum dedi. Neden biliyor musunuz? “90 liraya çiğköfte satıyorum. Böyle bir fiyat olur mu, ben müşteriye söylerken utanıyorum. Ama eti, bulguru, yeşilliği, baharatı, öyle zamlandı ki, başka çaremiz yok.” dedi.

Esnaf fiyat söylerken utanıyor, ama memleketi bu hale getirenlerde, zerre utanma yok. Yazıklar olsun.

Aziz milletim; iktidardakilerin tüm bu duyarsızlığı, umursamazlığı, pervasızlığı, gayet bilinçli. Bilerek ve isteyerek yapıyorlar. Neden biliyor musunuz? Çünkü kolay.

Sizin sesinizi duymak istemiyorlar. Çünkü duyarlarsa, dertlerinizi de anlamak zorundalar. Sizin dertlerinizi anlamak istemiyorlar. Çünkü anladıkları zaman, çözmek zorundalar. Çözmek istemiyorlar. Çünkü çözmek için, kendi rahatlarını bozmak zorundalar.

Ve hepinizin bildiği üzere, konfor meraklısı bu arkadaşlar; Mevzu bahis, kendi rahatları olduğu zaman; Her şeyleri yaparlar. Her şeyleri satarlar. Her şeyden vazgeçerler.

Görünen o ki; artık rahatlarını bozmamak için; milletten de, memleketten de vazgeçmiş durumdalar. Özellikle de, gençlerden vazgeçmiş durumdalar.

Ben de, işte tam da bu nedenle, gençlerimizle buluşuyorum. “Gençler İçin Gençlerle Beraber” diyerek başlattığımız; Tersine mentorluk oturumlarının beşincisini, bayramdan önceki hafta gerçekleştirdik. Bu sefer, Ankara’daki bir sanayi sitesinde çalışan gençlerimizle buluştuk. Birçoğu, aile bütçesine katkı sağlamak için emek veren, alınteriyle ayakta kalmaya çalışan gençlerimizdi.

Yine onlar içini döktü, ben dinledim. Onlar anlattı, ben öğrendim. Onlar seslerini duyurmamı istedi; ben de o sesi, başta saraydaki rahat düşkünleri olmak üzere, bıkmadan, usanmadan, tüm Türkiye’ye duyuracağım.

Mesela; 17 yaşındaki bir gencimize, “Seni ne mutlu eder?” diye sordum. Ne dedi biliyor musunuz? “Bilmiyorum. Hiç aklıma gelmedi, hiç düşünmedim.” dedi. 17 yaşında bir genç, kendisini neyin mutlu edeceğini düşünecek, zamanı da, gücü de kendisinde bulamıyor. Ne kadar acı değil mi?

Mesela; 18 yaşındaki bir oğlumuz diyor ki; “Çocukluğumuz sanayide geçti. Herkes parkta oynarken biz sanayideydik. Mutluluk bile, artık parayla olmuş şu zamanda. Hem kendimizi, hem de ailemizi düşünmek zorundayız.”

24 yaşındaki bir kızımız diyor ki; “Hayallerim hayal oldu. Hayallerim vardı, hepsi yıkıldı. Daha sosyal bir hayatım olsun isterdim. Biz 5 kardeşiz. Kardeşlerim de öyle yaşasın isterdim.”

Mesela; “Arkadaşlarınızla dışarı çıkıp bir şeyler yapıyor musunuz?” diye sordum. Ne dediler biliyor musunuz? “En büyük aktivitemiz parka çıkıp; kola, çekirdek… Kafeye, sinemaya gitmek hayal oldu. Hayal kurmak, hayal oldu gerçekten. Bir ayakkabı, 200-300 liradan başlıyor. Bir kıyafet alsak, bir ay geriye atıyor şu zamanda, o derecedeyiz.”