SİYASET

AK Parti Sözcüsü Çelik: En güçlü şekilde mücadele edeceğiz!

AK Parti MYK toplantısı sonrası açıklama yapan Ömer Çelik, "En güçlü şekilde mücadele edeceğiz. Özellikle sanal kumar ve bahis gibi meselelerde tavizsiz davranılması gerektiğinin altını çiziyoruz. En sert en tavizsiz mücadelenin ortaya koyulacağını ifade ediyoruz" dedi.

AK Parti Merkez Yürütme Kurulu (MYK) toplantısı sonrası AK Parti Sözcüsü Ömer Çelik önemli açıklamalar yaptı.

İşte Ömer Çelik'in açıklamalarından öne çıkan satırbaşları:

Bu bahis ve sanal kumar meselesi, toplumumuzu çürüten, yozlaşmaya sürüklemeye çalışan teşebbüs ve uygulamalara dönük ciddi bir tehdittir. Bu nedenle MYK’mızın da bu gündemi yakından takip etmesi gerektiği ifade edilmiştir.

Bahis ve sanal kumar meselesi adeta bir pandemi halini almıştır. Dünyanın her tarafında olduğu gibi maalesef ülkemiz de bundan etkilenmektedir. Hatta bazı aile facialarının ve maalesef bazı intiharların arkasında bu ve benzeri yanlışlıkların olduğunu çeşitli şekillerde tespit ediyoruz.

Tabii ki bununla ilgili bir eylem planımız vardır ve en güçlü şekilde mücadele edeceğiz. Hem siyaset kurumu olarak hem de hükümet ve kabine olarak yapılması gerekenler, Cumhurbaşkanımızın talimatları doğrultusunda ortaya konulmuştur. Bir eylem planı çıkmıştı; ancak bundan sonraki süreçte bunun daha yoğun, daha sıkı bir şekilde takibiyle ilgili olarak partideki ilgili birimlerimiz, MYK’mız ve tüm mekanizmalarımız üzerine düşeni yapacaktır.

Burada özellikle sanal kumar ve bahis gibi meselelerde tavizsiz davranılması gerektiğinin altını çiziyoruz. Bu, toplumumuza dönük bir yozlaşma ve çürüme yayma girişimidir. Milli güvenlik problemi desek yeridir. Aynı zamanda bir ahlak problemidir. Toplumsal güvenlik, toplumun geleceği ve gelecek nesiller açısından da son derece önemli bir meseledir.

Bugün elimizdeki cep telefonları ve çeşitli teknolojik imkânlar sayesinde bu tür zararlı içeriklere daha kolay ulaşılabilmesi, tehdidin büyüklüğünü artırmaktadır. Bu nedenle hukuk çerçevesinde en sert ve en tavizsiz mücadelenin, hem devletin imkân ve kabiliyetleriyle hem de siyaseten oluşturulması gereken hassasiyetler ve stratejiler temelinde ortaya konulacağını ifade ediyoruz.

"8 ARALIK GÜNÜ BÖLGEMİZ İÇİN SON DERECE ÖNEMLİ BİR GÜNDÜR"

Tabii ki 8 Aralık günü bölgemiz için son derece önemli bir gündür. Suriye devriminin ve kardeş Suriye’nin hürriyet günüdür. Yıllarca Esad rejiminin katliamları altında inleyen Suriye halkı, 8 Aralık günü hürriyetine kavuşmuştur. Bir yıl içerisinde birçok meydan okumaya ve provokasyona rağmen, geleceğe yürüme konusundaki iradesini güçlü tutmaya çalışmaktadır.

Türkiye, burada meseleye sadece bir güvenlik sorunu olarak yaklaşmadığını; ekonomik istikrarın sağlanması, Suriye’de okulların yeniden yapılması ve hayatın normalleşmesine yönelik güçlü bir yaklaşım ortaya koyduğunu göstermiştir.

Cumhurbaşkanımız, bugün sabah ve öğle saatlerinde yaptığı konuşmada; pek çok kişinin ölümden kaçarak ülkemize sığınmış kardeşlerimizi, Esad rejimi hâlen iş başındayken, rejimin sözde bazı açıklamalarına referans verilerek geri göndermeye çalışan anlayışın karşısında durmuştur. Özellikle herkese hatırlatmak isterim ki 14–28 Mayıs seçimleri sürecinde, Cumhurbaşkanımızın karşısındaki aday, buradaki misafirlerimizin gönderilmesi gerektiği yönünde bir kampanya yürütüyordu.

Bazı anketçiler de bu söylemin karşılık bulduğunu, Cumhurbaşkanımızın “Hayır, biz bunları ölüme gönderemeyiz” sözünün seçimlerde aleyhine olacağını ifade ediyorlardı. Hatta bilindiği üzere seçimler ikinci tura kalmıştı. O kritik dönemde, Cumhurbaşkanımıza bu söyleminden vazgeçmesi ve seçim sonuçlarını olumsuz etkileyecek bir durum oluşmaması için daha farklı bir tutum alması gerektiği yönünde telkinlerde bulunuldu. Ancak Cumhurbaşkanımız o süreçte ahlaki duruşunu hiçbir zaman bozmadı. Neticede de o kardeşlerimizin hiçbir zaman yalnız bırakılmayacağını ortaya koydu.

"TÜRKİYE GÖNÜLLÜ VE ONURLU GERİ DÖNÜŞ İRADESİNİN YANINDA DURMAKTADIR"

Aradan zaman geçti; yaklaşık bir yıl önce, 8 Aralık günü Suriye halkı devrimini gerçekleştirdi. O günden bu yana Türkiye’de misafirimiz olan pek çok kardeşimiz kendi ülkesine gönüllü ve onurlu bir şekilde dönmeye başladı. Bu dönüşler yüz binleri bulmuş olup devam etmektedir. Türkiye de bu süreci desteklemekte, gönüllü ve onurlu geri dönüş iradesinin yanında durmaktadır.

SURİYE'DE 3 TEHDİT

Suriye halkının önünde daha büyük sınamalar vardır. Suriye’nin birliğinin ve dirliğinin korunması son derece önemlidir. Suriye, kendi içinde üç ayrı tehditle karşı karşıya bırakılmaktadır.

Birinci tehdit; Esad rejiminden artakalan bazı unsurların, Lazkiye bölgesinde mevcut Suriye yönetimine karşı bir takım kalkışma planları yapmasıdır.

İkinci tehdit ise şudur: “Lazkiye bölgesinde Alevilerin ve Şiilerin hakkını savunmak üzere eylem yapıyoruz” diyerek silaha sarılan, terör eylemleri gerçekleştiren unsurların, Suriye’deki Alevi ve Şii kardeşlerimizle hiçbir ilgisi yoktur. Bunlar, Esad’ın katliamcı rejimini yeniden diriltmek isteyen birtakım unsurlardır. Yani bu Şebbiha yapılanmaları ile Alevi ve Şii kardeşlerimizi birbirine karıştırmak son derece vahim ve büyük bir hata olur. Buna çok dikkat etmek gerekir. Orada ne olup ne bittiğini doğru şekilde anlamadan yapılan her açıklama yanlış olur.

Alevi kardeşlerimize, Şii kardeşlerimize ve Nusayri kardeşlerimize yönelik herhangi bir yanlış yaklaşım olması halinde, biz bunun karşısında en güçlü şekilde dururuz. Bu konudaki hassasiyetimiz son derece nettir. Ancak Esad rejimi artıklarının yapmaya çalıştığını; Alevi, Şii ya da Nusayri kardeşlerimizin hakkını savunmak gibi sunmak da, bunu onlara mal etmek de tamamen yanlıştır. Bu, birinci tehdittir.

İkinci tehdit ise güneyde ortaya çıkmaktadır. Bilindiği üzere, hiçbir şekilde Dürzi kardeşlerimizi temsil etmeyen, siyonizm yanlısı bir Dürzi kanaat önderi ve lider bulunmaktadır. Yaptığı faaliyetler, esasen hiçbir şekilde Dürzileri temsil etmemektedir. Aksine, İsrail’in katliamcı ve soykırımcı siyasetinin, Netanyahu hükümeti tarafından ortaya konulan bu politikanın bir takipçisi olarak hareket etmektedir.

Biz, Lübnan’daki ve Suriye’deki Dürzi kardeşlerimizi çok iyi tanıyoruz. Nitekim yakın zamanda, Lübnan’daki Dürzilerin lideri Velid Canbolat, Sayın Cumhurbaşkanımızı ziyaret etmiştir. Uzun yıllardır son derece iyi ilişkilerimiz bulunmaktadır.

Güneyde ne olup ne bittiğini biliyoruz. Siyonizm yanlısı Dürzi liderin yaptığı faaliyetlerin, gerçekte Suriye’nin bütünlüğünü tehdit eden ve ülkeyi Siyonist, soykırımcı politikanın bir uydusu hâline getirmeye çalışan bir yaklaşım olduğunu değerlendiriyoruz.

Dolayısıyla bu faaliyetleri, hiçbir şekilde Dürzi kardeşlerimiz adına yapılmış gibi nitelendirmemek ve Suriye’deki Dürzi kardeşlerimize mal etmemek gerekir.

"SDG/PYD SURİYE'DE BÜYÜK BİR TEHDİT"

Üçüncü tehdit ise SDG / PYD yapılanması çerçevesinde, SDG terör örgütünün yürüttüğü faaliyetlerdir.

Burada da tıpkı Lazkiye’deki ve güneydeki durumlarda olduğu gibi, Suriye’nin kuzeyinde ve kuzeydoğusunda SDG bir terör örgütü olarak faaliyet göstermektedir. Yaptıklarını Kürtlerin kazanımı gibi sunması; Lazkiye’deki Alevi, güneydeki Dürzi bölgelerinde yaşananlar gibi son derece yanlıştır.

Bugün SDG’nin silah bırakmamak, terör örgütünü tasfiye etmemek ve varlığına son vermemek için çaba gösteren yapıları adına konuşanların kullandığı argümanlardan biri şudur: Lazkiye’de Alevi, Şii ve Nusayri kardeşlerimizin tehdit altında olduğu; güneyde Dürzi kardeşlerimizin tehdit altında bulunduğu; kuzeydoğuda ise Kürt kardeşlerimizin tehdit altında olduğu iddia edilmektedir. Bu tehditlerin de Şara hükümetinden kaynaklandığı yönünde bir yaklaşım sergilenmektedir. Bu, bir mantık yürütme değildir. Bu, esasında bir terör argümanıdır.

Nasıl ki Lazkiye’deki Esad artığı bazı Şebbiha unsurlar Alevi, Nusayri ve Şii kardeşlerimizin haklarını temsil etmiyor, onların hukukunu savunmuyorsa; aynı şekilde güneydeki Siyonist ayrılıkçılık da bunu yapmamaktadır. Burada da SDG’nin herhangi bir biçimde varlığını ve terör eylemlerini Kürtlerin kazanımı gibi sunmak, Suriye Kürtlerine ve Suriye’deki Kürt kardeşlerimize çok büyük bir haksızlıktır.

Hiçbir terör örgütü, hiçbir kimsenin kazanımı olamaz. Eğer birileri bir terör örgütünü; bir etnik grubun ya da bir dinî grubun kazanımı olarak sunuyorsa, bilinmelidir ki orada o etnik ya da dinî grubun haklarını savunma perspektifinden değil, terör örgütünün faaliyetleri üzerinden bir yaklaşım sergilenmektedir. Bu, sözde temsil edildiği iddia edilen etnik ya da dinî grupların açık bir şekilde istismar edilmesidir.

Bu sebeple “terörsüz Türkiye” ve “terörsüz bölge” dediğimizde tablo açıktır. Irak’ın tamamında terör örgütünün tasfiyesinin bir retorik olarak kalmaması, varlığının tamamen sona ermesi için silah bırakılması gerektiği gibi; aynı şekilde Suriye’de de SDG terör örgütünün varlığının sona ermesi gerekmektedir.

"ESAS OLAN, 10 MART ANLAŞMASI’NIN UYGULANMASIDIR"

Bununla ilgili olarak daha önce de ifade ettiğimiz üzere, farklı ülkelerde farklı yöntemler söz konusu olabilir. Burada esas olan, 10 Mart Anlaşması’nın uygulanmasıdır. Bu anlaşmanın hayata geçirilmesi ve ardından silahların bırakılması temel hedeftir. Teröre bulaşmamış silahlı unsurların Suriye ordusuna entegre olması da, 10 Mart Anlaşması’nın ortaya koyduğu çerçeve içerisinde gerçekleşmelidir. Bu durum, silah bırakma sürecinin tamamlanması açısından önemli bir zemin sunmaktadır.

Zaten 10 Mart Anlaşması, esasında silah bırakmayı öngörmektedir. Anlaşmanın ikinci maddesi, Suriye Kürtlerinin ve Suriye’deki Kürt kardeşlerimizin tüm hak ve hukuklarının esas alındığını ve korunduğunu açıkça ifade etmektedir. Yedinci maddesinde ise her türlü bölünmeye, nefret suçuna ve ayrıştırıcı yaklaşıma karşı, Suriye’nin birliğini ve dirliğini savunan bir çerçeve ortaya konulmaktadır.

Buna rağmen, az önce de gördüğümüz bazı açıklamalarda, Suriye’deki bu terör örgütü olan SDG’nin varlığını demokrasi kavramıyla yan yana getirmek; Suriye’deki çeşitli halk kesimlerinin hak ve hukukunu savunduğunu iddia etmek çok büyük bir yalan, çok büyük bir siyasi manipülasyondur.

Bu örgütlerin dilinden demokrasi vurgusu düşmemektedir. Elbette hepimiz Suriye’de demokrasi istiyoruz. Biz; Türk, Kürt, Arap, Sünni, Şii, Alevi, Nusayri, Dürzi, Ezidi, Süryani olmak üzere Suriye’nin tüm unsurlarının eşit vatandaşlar olarak Suriye’nin geleceğine imza atmasını savunuyoruz.